Yaz geldi mi kavun karpuz kabuklarını, kış geldi mi portakal, elma kabuklarını hiç düşünmeden çöpe atıyoruz. Onları çöpe atarken bir yandan da düşünüyorum; şimdi binlerce evde karpuz kabukları benim yaptığım gibi çöpe atılıyor diyorum kendi kendime. İçim sızlıyor çok hayıflanıyorum Biz küçükken kavun karpuz kabuklarını biraz büyükçe kuşbaşı doğrar ahırdaki hayvanlara, ağıldaki koyunlara, hatta tavuklara verirdik. Onlar katur kutur yerken sanki biz yiyormuşuz gibi hoşumuza giderdi. Hep ot, kuru yonca ve saman ile beslenen hayvanlara bunlarda baklava oluyor derdik. Cennetmekân babamın memuriyeti dolaysıyla Anadolu şehirlerinde dolaşırken biriktirdiğimiz kavun karpuz kabuklarını evimize süt getiren sütçülere ya da hayvan besleyen komşulara verirdik. Çöpe atılmazdı yani.
Kış gelince de çöpe atılan portakal kabuklarına üzülürüm. Kabuklarda öyle etli öyle güzel ki tam reçellik. Bunlardan ne güzel reçel olurdu diye söylenirim. Şimdi her şey fabrikasyon oldu. Nasıl, ne ile hangi katkı maddeleri ile korunan gıdalarımız marketlerin raflarında. Elma kabuklarını da atmaz sirke yapardık. Hakiki natürel sirke.
Elma sirkesini biz yine elma kabuklarından kendimiz yapıyoruz. Yaş tarhana yapmayı Tosyalı Terzi sevgili İsmail Çağdaş ağabeyimden öğrendim. Büyük bir zevkle evde yapıyor bir kış içiyoruz. Yaparken eşime takılıyorum. Madem yapıyoruz biraz fazlaca yapalım hakiki ev tarhanası diye satalım diyorum.
Almanyaya giden ilk işçilerden iki aile çalışma hayatının zorlukları yüzünden uzun bir süre görüşemezler. Bir gün koca karısına yahu bizim hemşeriler ne yaptılar acaba bir arasak sorsak der. Ararlar adresi alır giderler. Verilen adreste bahçe içinde eski ve harap bir ev vardır. Tabi önce şaşırırlar, sonra sorular başlar. Hemşeri anlatır; Tek kişinin ücreti ile geçinmek zor. Çocuklar da cabası. Gördüğün gibi bahçede birde müştemilat var. Çocuklara süt içirmek gayesi ile bir inek alıp müştemilatta beslemeye başladık. Akşamları semt pazarlarını dolaşarak çöpe gidecek meyve sebze ne bulursam toplayın ineği bununla beslemeye çalıştım. En çok da muz ile. Biliyorsun Almanyada muz çok.. Bir süre sonra Alman komşumuz kendi çocuğuna içirmek için süt verip veremeyeceğimi sordu. Hem iyi komşuluk hem de şikâyet korkusu ile ona da verdim. Bir gün kadın sütte muz kokusu olduğunu söyledi. Muz aromalı hakiki süt dedi. Evet, kadının söylediği gibi hakikaten sütler hem katkısız inek sütü hem de hakiki muz aromalıydı. Ben de hemen inek sayısını dörde çıkardım ve ürettiğim sütü satmaya başladım. O kadar çok talep oldu ki işten çıktım bu işi yapmaya karar verdim
Bunları yazarken değerli dostum Osman Hakan Kiracının bir makalesindeki sitemi aklıma geldi. Mealen şöyle yazıyordu. Yozgat köylüsü de üç beş tavuk beslemez yumurtayı bakkaldan alır. Bahçesine dikmiyor, taze soğanı maydanozu, patlıcanı da parayla alıyor. Demek şehirleşme, şehre göçme filan bahane. Sağlığımızı düşünmeden hazırdan tüketmek kolayımıza geliyor. Tabi bunda bahçeli evlerden hızla betonlaşmaya gidişinde önemli bir rolü var.
Lafı uzattık, yine biz küçükken diye başlıyayım da hangi tarihlerden bahsettiğim iyi anlaşılsın. Biz küçükken yani 1950 li yıllarda Yozgat dâhil Anadolunun birçok şehrinde helalarımız bahçede idi. Çünkü kanalizasyon yoktu (4 Haziran 2015 Perşembe günü Amasyadaydım. 1959-1961 yıllarında oturduğumuz evin helası yine bahçedeydi). Niğde de karşı komşunun oğlu ile onların bahçesinde oynarken karnım ağrıyor diyen torununa dedesi argo bir deyimle git patılat bir şeyciğin kalmaz dedi. Yani git tuvalete defi hacet et demek istedi. Patılatın anlamı neydi? Helalarımız, evin dışında, bahçenin bir köşesinde aralarında 30 santim kadar boşluk olan yan yana uzatılmış iki tahta ve altında kocaman bir çukur olan ahşap kabinlerdi. Tahtalar çukurdan epey yüksekte olurdu. Bu yüzden defi hacet ederken pat pat sesi duyulurdu. Elbette her daim dolu tutulan bir ibrik de hazır tutulurdu. Eğer yakında bir dere varsa bu çukurun ucu oraya açılırdı. Bahçedeki bu helalar yazın yanar kışın donar, geceleri de biz çocuklar için korku tüneli olurdu.
Niğde de helalar bahçe duvarının sokağa bakan tarafında yapılır, sokak tarafına da kesme taştan bir kapak konurdu. Eşek üzerine hasırdan hâbeler koyan bazı adamlar sokak sokak gezer dolu olan çukurları ev sahibinin izni ile boşaltır bunları da üç otuz paraya bağ sahiplerine gübre olarak satarlardı. Ev sahibi para ile temizletmekten kurtulurken temizleyen kişide üç kuruş para kazanmış olurdu. Bağları ve şarapçılığı ile meşhur olan Niğdenin bağları bu zengin gübrelerle gübrelenirdi. Değerli ağabeyim Yılmaz Göksoy hocam da, bu gün dünya devleri ile yarışmakta olan Güney Kore halkı da, VCsindeki dışkısını gübre olarak kullanmıştı. Hatta derler ki bir komşusuna giden hanımın çocuğu tuvalete gitmek istediğinde orada yaptırmaz hemen kendi evine götürürmüş demişti.
Yılmaz ağabeyim sohbetlerimizde sık sık şunu da vurgulardı. Ne yazık ki kurban derilerimizden de gerektiği kadar fayda sağlayamıyoruz. Bayram sırasında gerek Türk Hava Kurumu gerek özel kişiler ve değişik amaçlı vakıflar adına toplanan kurban derilerinin nerelere gittiği bilinemiyor. Bir kere bu deriler usulüne uygun olarak zarar verilmeden yüzülebiliyor mu? Toplandıktan sonra özenle korunabiliyor mu? Ve kıymetli bir meta olarak gerektiği gibi değerlendirilebiliyor mu? Kurban derilerinden sağlanacak gelirler, erozyon ağaçlandırma ve meraların ıslahı çalışmalarında kullanılmak maksadıyla muhtarlar tarafından de toplanmasına izin verilebilir. Kurban kesilmesi ile ilgili bir şey daha anlatayım; Aşısız ceviz fidanları 25-30 yıl sonra meyve vermeye başlar. Hâlbuki bu ağaçların çevresinde kesilen kurban kanı bu ağaçların 10 seneye varmadan meyve vermesini sağlıyor. Diye anlatırdı Yılmaz ağabeyim. Ayrıca Ceviz ağası sülfür gazı üretir. Sülfür gazının ozon tabakasını tamir etme özelliği var. Sırf bu sebepten dolayı dünyadaki ceviz ağacının sayısının artırılması gerekiyormuş.
Hülasa, bağlar, bahçeler, tarlalar hayvan ve insan gübreleri ile gübrelenirlerdi. Suni gübre bilinmediğinden hem topraklar zenginleşir hem de insan sağlığı için bir tehlike oluşturmazdı. Değerli okurum Suzan Hanımefendinin dediği gibi pek de absürt bir yazı olmadı sanırım. Yani demem o ki hiçbir şey ziyan edilmezdi insan dışkısı bile
08.06.2015
08.06.2015
OKUR YORUMLARI
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
12.06.2015 02:29:00
Dolu yağışı sonucunda yaşadıkları sel felaketi nedeniyle Sorgun'a bağlı Ayrıdam, Kepirce, Ocaklı, Karahacalı, Gözbaba, Küçüktaşlık, Günyazı ve Keser köylerinde yaşayan hemşerilerim, bu yılki mahsulünüz sele gitmiş tesellimiz cana bir şey olmaması ama mal da canın yongası derler.Allah başka keder vermesin diyerek üzüntülerimi ve geçmiş olsun dileklerimi iletirim.
Yaşar
11.06.2015 22:07:00
Abdulkadir Bey,"Absürt bir yazı olmadı sanırım" diyerek kaygıyla yazınızı bitirmişsiniz.
Hiç önemli değil. Artık hayatta tüm değerler ciddiyetini kaybedip absürt oldu. Siyaset absürt, eğitim absürt, insan ilişkileri absürt, şarkılar absürt, adet töre kalktı. Herkes kafasına göre bir absürt. Hayat olmuş absürt. Yazılarda elbette olacak absürt.
Ne var ki, değişim yaşarken değerleri kayıp etmemek gerekiyor. Fakat biz insanoğlu şeytanın parmağı dokundu mu balıklamasına dalıyoruz. Doğada dönüşüme izin verilmediği için belkide bet-bereket kalmadı.Yesen obez oluyorsun, yemesen açlıktan ölüyorsun.İnsanlar alın teri akıtmadan kazanma uğruna hayatı absürt ettiler. Gelecek nesillerin vebalini nasıl vereceğiz bilemiyorum. Şu belediyeler iki kanal açarak atık suyu başka yere, tuvalet kanallarını tarım alanlarına bağlamış olsalar kazançlı bir iş yapış olacaklar. Ne var ki onlarda görünen yeri süslüyor, görünmez yere hizmet edip milletin gözüne nasıl sokacaklar.
Buda absürt bir yorum oldu. Selamlar.
Veli Köksal
10.06.2015 14:28:00
Sayın Çapanoğlu. Bu yazınız bana babamın bir öfkesini hatırlattı. Yeni ev yapmaya başlamıştık. Annem, yaşlılığını düşünerek tuvaletin evin içinde olmasını istemiş. Babam " ben oturduğum evin içine etmem" diye diretmişti.Kıymet verip hanelerimizin baş köşesine dışkılıkları geçirdik ama ne yazık ki hiç bir işe yaramaz hale getirdik.İçeridekini dışarı, dışarıdakini içeri alırsak faydası ancak bu kadar oluyor. demem odur ki son yıllardaki örnek aşikardır. Suriyelileri ülkemize taşıdık, dağdaki eşkiyaya maaş bağladık Demirtaş baş köşeye geçti.Patırdatır mı, çatırdatır mı zaman gösterecek.
Yazılarınızı takip ediyoruz ama Suzan hanfendi kardeşimizin tarafsız, bilgilendirici, düşüncelere farklı pencereler açan yorumlarını uzun zamandır okuyamıyoruz.
Yazan ve okuyan herkese sağlık ve esenlikler.
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
09.06.2015 00:23:00
Sayın Safinaz Dikkaya, Google arama motoruna http://www.yalovasufidan.com adresini kopyalayıp yazarsanız bu firmanın web sayfası çıkacak. Yukarda arama penceresine frenk üzümü yazın. Siyah olanı tercih edin. Telefonlarından ulaşarak sipariş verebilirsiniz. Selamlar.
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
12.06.2015 02:29:00Dolu yağışı sonucunda yaşadıkları sel felaketi nedeniyle Sorgun'a bağlı Ayrıdam, Kepirce, Ocaklı, Karahacalı, Gözbaba, Küçüktaşlık, Günyazı ve Keser köylerinde yaşayan hemşerilerim, bu yılki mahsulünüz sele gitmiş tesellimiz cana bir şey olmaması ama mal da canın yongası derler.Allah başka keder vermesin diyerek üzüntülerimi ve geçmiş olsun dileklerimi iletirim.
Yaşar
11.06.2015 22:07:00Abdulkadir Bey,"Absürt bir yazı olmadı sanırım" diyerek kaygıyla yazınızı bitirmişsiniz.
Hiç önemli değil. Artık hayatta tüm değerler ciddiyetini kaybedip absürt oldu. Siyaset absürt, eğitim absürt, insan ilişkileri absürt, şarkılar absürt, adet töre kalktı. Herkes kafasına göre bir absürt. Hayat olmuş absürt. Yazılarda elbette olacak absürt.
Ne var ki, değişim yaşarken değerleri kayıp etmemek gerekiyor. Fakat biz insanoğlu şeytanın parmağı dokundu mu balıklamasına dalıyoruz. Doğada dönüşüme izin verilmediği için belkide bet-bereket kalmadı.Yesen obez oluyorsun, yemesen açlıktan ölüyorsun.İnsanlar alın teri akıtmadan kazanma uğruna hayatı absürt ettiler. Gelecek nesillerin vebalini nasıl vereceğiz bilemiyorum. Şu belediyeler iki kanal açarak atık suyu başka yere, tuvalet kanallarını tarım alanlarına bağlamış olsalar kazançlı bir iş yapış olacaklar. Ne var ki onlarda görünen yeri süslüyor, görünmez yere hizmet edip milletin gözüne nasıl sokacaklar.
Buda absürt bir yorum oldu. Selamlar.
Veli Köksal
10.06.2015 14:28:00Sayın Çapanoğlu. Bu yazınız bana babamın bir öfkesini hatırlattı. Yeni ev yapmaya başlamıştık. Annem, yaşlılığını düşünerek tuvaletin evin içinde olmasını istemiş. Babam " ben oturduğum evin içine etmem" diye diretmişti.Kıymet verip hanelerimizin baş köşesine dışkılıkları geçirdik ama ne yazık ki hiç bir işe yaramaz hale getirdik.İçeridekini dışarı, dışarıdakini içeri alırsak faydası ancak bu kadar oluyor. demem odur ki son yıllardaki örnek aşikardır. Suriyelileri ülkemize taşıdık, dağdaki eşkiyaya maaş bağladık Demirtaş baş köşeye geçti.Patırdatır mı, çatırdatır mı zaman gösterecek.
Yazılarınızı takip ediyoruz ama Suzan hanfendi kardeşimizin tarafsız, bilgilendirici, düşüncelere farklı pencereler açan yorumlarını uzun zamandır okuyamıyoruz.
Yazan ve okuyan herkese sağlık ve esenlikler.
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
09.06.2015 00:23:00Sayın Safinaz Dikkaya, Google arama motoruna http://www.yalovasufidan.com adresini kopyalayıp yazarsanız bu firmanın web sayfası çıkacak. Yukarda arama penceresine frenk üzümü yazın. Siyah olanı tercih edin. Telefonlarından ulaşarak sipariş verebilirsiniz. Selamlar.