A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

EYLÜL DE GELEMEDİM

Bu anımı yazıya dökeli iki yıldan fazla oldu ama yazdıktan sonra yayımlamak için eşimin de iznini almam gerekti. “Elli küsur yıl önce yaşadığın güzel duygular bence bir mahzuru yok” dedi. Eylül ayı sonbaharın başlangıcı, okulların açılmaya başladığı, yazlıkçıların yaşadıkları kalabalık kentlere dönme hazırlıklarına başladıkları, duyguların biraz yoğunlaştığı, hazan ve hüzün ayı.

Bu yılda ilk ve orta dereceli okullar yeni öğretim yılına başladılar. İkiz erkek torunlarım da bu yıl sekizinci sınıftalar, eski hesaba göre ortaokul son sınıftalar ne mutlu onlara. Bazen takılıyorum sınıfınızda beğendiğiniz bir kız arkadaşınız var mı diye de Kerem “benim yok ama Kaan’ın var” diyor. O’ da yarı utanarak yarı kızgınlıkla “hayır dede yok” diye cevap veriyor.

Ne güzel bir şarkıdır "Eylülde gel."

Sen bir ömre bedel
Yok, yok yok
Gitme gitme gel
Eylülde gel
Okul yolu sensiz
Ölüm kadar sessiz
Geçtim o yoldan dün
İçim doldu hüzün
Yapraklar solarken
Adını anarken
Bekletme ne olur
Gelmek zamanı gel
Yok, yok yok
Gitme gitme gel
Eylülde gel
Eylülde gel Eylülde okul yoluna
Konuşmadan yürüyelim gireyim koluna
Görenler dönmüş hem de mutlu diyecekler
Ağaçlar sevinçten başımıza konfeti gibi
Yaprak dökecekler.

Yıllardan 1961, Anadolu’nun bir şehrinde Amasya’da 16 yaşında ve Lise 1. Sınıfta bir garip delikanlıyım. O, ortaokul son sınıfta. Ben bağlama ekibinde, o halk türküleri koromuzda.
Nasıl oldu bilmiyorum, birden göz göze geldik, simsiyah bakan gözleri, kısa kesilmiş kızıla çalan saçları ile siyah önlük, beyaz yaka üstüne kırmızı hırka bu kadar mı yakışır.

Benim kalbim çarptı, onunki de çarpmış ki kaçıramadık bakışlarımızı. Sonra ilk o kaçırdı utangaç. Öylece başını öne eğerek. Hani o şarkıda ki gibi, “derinden bakınca gözlerinize neden başınızı öne eğdiniz?”
Biz sandalyelerimize oturduk koro arkamızda ama o nerede duruyor merak içindeyim.

Çalıyoruz, “Gençosman dediğin bir küçük uşak, beline bağlamış ibrişim kuşak”. Bitti. Sağıma doğru baktım bakış açım kadarı ile göremedim.

“Irmağın geceleri, kız kaldır peçeleri, sende bu güzellik varken, öldürün niceleri.” Bitirdik.
Arkamdan beni izliyor mu acaba? Soluma doğru baktım bakış açım kadarıyla yine göremedim.

“Karanfil Deste Gider, Hah Hah Ha Nanay, Kokusu Dosta Gider, Hah Hah Ha Nanay. Benim Kalbimde Sensin, Hah Hah Ha Nanay, Senin Kalbinde Kimler, Hah Hah Ha Nanay.” Bitti.

Sevgili kardeşim Kemal Yıldız (aile lakapları lokumcu), türküleri sanki bizim için seçmiş. Kaç parça çaldık farkında değilim sanki otomatik çalıyorum.

Çalışmaya biraz ara verildi. Ayağa kalktım, bakışlarımız tekrar buluştu. O yine eğdi başını önüne. Çok uzun bakmamam gerek, mutaassıp bir şehirdeyiz kimsenin fark etmemesi bilmemesi gerekiyor. Arkadaşların bazıları hava almak için dışarı çıktılar o çıkmadı bende çıkmadım, çıkamadım. Sınıf arkadaşım Emine Arslan’ın ağabeyi sokak arkadaşım Ertuğrul Aslan bir şeyler anlatıyor, biz kaçamak bakışmaya çalışıyoruz. İçimde ılık bir şeyler oluyor. Tekrar çalmaya başladık. Şimdi içimde bir hoşluk bir rahatlık çünkü arkamda duruyor biliyorum.

Çalışmamız bitti çıktık evlerimize gideceğiz, eyvah tam aksi istikamete gidiyor Allah’ım ne yapsam peşinden mi gitsem, eve mi gitsem. Tek başıma onun peşinden gidemem. Gidemem, herkes fark eder. Kitaplar göğsünde ağır adımlarla gidiyor. Ben ne yapmalıyım şimdi.

Döndü baktı, bakıştık gidiyor. Ben gidemem mümkün değil. Gözden kaybolana kadar bakabilmek için oyalandım.

Tam aksi istikamette Şehirüstünde Halkalı Evliyanın yanındaki evimize geldim içim içime sığmıyor.
O gün o gece hep aklımda onun bakışları. Sabah olmalı hem de çok çabuk olmalı. Okulun bahçesine girer girmez onu arıyorum. İşte orda bana bakıyor. Demek benden önce geldi. Evleri yakında mı acaba? İsmini nasıl öğreneceğim, kime soracağım. Derse girdik aklım onda hep onu görmek istiyorum. Teneffüs zili çalsın artık sevgilimi göreyim. Sevgilim mi? Böyle düşündüğüm için utandım ama bu ne güzel ne muhteşem bir kelime.

Teneffüs zili çaldı, bahçedeyiz. Uzaktan uzağa kimseye fark ettirmeden bakışlarımız buluşuyor. Çok mutluyum. Derse girdik aklım sevgilimde. Evet, o benim sevgilim, onu görmek istiyorum. Bir bahane uydurup öğretmenden müsaade istiyorum. Önce hiç gerekmediği halde tuvalete girip çıkıyorum, nöbetçi öğretmen koridorda ise şüphe çekmemem gerek. Onun sınıfına gidiyorum. Sınıf kapısında küçük bir cam var oradan gizlice bakacağım. Duvar tarafında ise göremem ama pencere tarafında ise görürüm. Yavaşça sokulup küçük camdan içeri bakıyorum. Tam istediğim yerde pencere tarafında. Beni gördü bana bakıyor. Başımı biraz geri çekip sınıfın diğer taraflarına bakıyorum. İşte bizim mahalleden bir çocuk, arkadaşımızın kardeşi.

Teneffüste Ertuğrul'a durumu açıklayıp ismini öğrenmesini istiyorum. Birlikte arkadaşımızın kardeşini buluyoruz uzaktan gösterip ismini soruyoruz, söylüyor. İsmi de kendi gibi zarif “N.” Şimdi iki kişi aramızdaki ilişkiyi öğrendi. Okul çıkışı benimle birlikte gelmesi için rica ediyorum Ertuğrul’dan. Zaten okuldan sonra sokakta her zaman birlikteyiz ama bu defa sevgilimin arkasından gidip evini öğreneceğiz.

Ve o şahane ses paydos zili.

Bir arkadaşı ile önümüzde yürüyor. Kitaplarını yine göğsüne bastırmış. Ara sıra arkadaşına fark ettirmeden dönüp bakıyor dünyalar benim oluyor. Arkasından seyretmek onun arkasında olduğumu bildiğini bilmek ne güzel bir duygu. Çarşı içinden ve şehrin meydanı sel ağızından geçiyoruz. Irmağın kenarından yürüyoruz. Bu çok iyi, Kimse onu takip ettiğimizi anlamaz. Evleri okula çok uzaktaki Kuşköprü mahallesinde buna çok sevindim. Çünkü okul dışında onu uzun bir süre daha izleyebileceğim. Birlikte yürüyemesek de ruhen ve kalben birlikteyiz işte.

Birkaç gün sabah erken Ertuğrul'la buluşup selağzı meydanına yakın bir yerde bekledik. O, arkadaşı ile önümüzde biz onlardan 10-15 adım arkada okula geldik. Arkadaşı da ara ara bize baktı demek onunda haberi var. Okul çıkışı yine aynı şekilde aynı yere kadar arkasında yürüdük. Evine çok yakına gidemezdik çünkü o yıllarda mahallemizin kızları bizden sorulurdu. Onun mahallesindeki çocuklar farkına varırsa problem çıkabilirdi. Dayak yeme ihtimali bile olabilirdi.

Mutaassıp olan bu şehirde kızlarla erkeklerin teneffüse çıktıkları bahçeler bile ayrı ayrıydı. Kızlar üst bahçede, erkekler alt bahçede teneffüs yapardık. Kesin bir sınır yoktu ama kızların olduğu bahçeye gerekmedikçe giremezdik, utanır sıkılırdık. Gençliğimizin kızları hakikaten birer hanımefendiydiler. Bu yüzden onlara nazik davranır incitmemeye gayret gösterirdik. Bizim böyle uzaktan uzağa sevgili olduğumuzun bilinmesi bile ceza almamıza sebep olabilirdi ama bir sabah müdür muavini Cemalettin Bey(Maraşlıoğlu), evimizin tam aksi istikametinden okula gelirken beni yakaladı ve nereden geldiğimi sordu. Cemal Bey ile akraba idik, aynı sülalenin fertleri idik. O şarap içerdi babam rakı. Bazı geceler şarabını koltuğunun altına alır eşi ve çocuğu ile bize gelirlerdi. Bu yüzden kardeşim Haluk’un ve benim okuldaki durumumuz, derslerimizdeki başarımız Müdürümüz ve Çapanoğulları hakkında ilk yayını olan Yozgatlı Süleyman Duygu ve Cemal Hocam tarafından devamlı izlenmekteydi. Hemen bir yalan uydurdum "Selağzındaki kırtasiyeciye gitmiştim" dedim. Allahtan üstelemedi. Ama yine de korktum.

Günler günleri kovalıyordu. Ne konuşabiliyor ne de birbirimize bir şey yazabiliyorduk. Aşkımız teneffüslerde birbirimize bakmaktan ileri gidemiyordu. Bir gün Ertuğrul beni şok eden bir şey söyledi. Babam, sabahları benim kahvaltı yapmadan okula gittiğimi bir kıza âşık olup olmadığımı sormuş. Bu soru sadece kahvaltı ile ilgili olamazdı, demek davranışlarımda da değişikler vardı. Ertuğrul tabiatıyla "yok öyle bir şey" demiş.

Kendime göre hesaplarım vardı. Lise birinci sınıftaydım, iki yıl sonra son sınıfta olacaktım. Liseyi bitirince nişanlanır üniversiteyi bitirince de evlenirdik. Dört yıl ne ki, göz açıp kapayana kadar geçerdi. Herkes öyle yapmıyor muydu? Üniversite tahsili için Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlere giden oğullarını nişanlıyorlardı ki gittiği yerde bir kıza kapılmasın.

Cumhuriyet Bayramı kutlamaları nedeniyle şehrin en güzel sineması Ar sinemasında konser verecektik ayrıca son sınıftaki ağabeylerimiz, ablalarımız Cevat Fehmi Başkurt’un yazdığı üç perdelik oyun “Harput'ta bir Amerikalı”yı oynayacaklardı ve çok muhteşem oynadılar.

Önce biz çaldık söyledik. İşimiz bitince bazı arkadaşlarımız salondaki ailelerinin yanına gittiler. Biz sahnenin altına kulise indik. Ertuğrul bana sazlarımızı koyduğumuz odaya girmem için işaret etti. Baktım o da orada tek başına sessizce oturuyor. Heyecan içinde girdim. Ertuğrul kapıyı kapattı ve nasıl ettiyse bizim içinde olduğumuz kulis odasına kimseyi sokmadı. Yalnız kaldık. Bir süre ikimizde bir şey diyemedik sanki dilimiz tutulmuştu. Onun üşümüş gibi titrediğini sandım, yani bana öyle geldi. Bütün cesaretimi toplayıp "Seni çok seviyorum" diyebildim. Yumuşacık bir sesle "Ben de" dedi. Bütün konuşmamız bu iki kelime oldu. Konuşamadık, yanına gidip elini tuttum öylece oturduk. Gece bitmişti ki arkadaşlar enstrümanlarını almaya geldiler. Çıkarken, Ertuğrul, "konuştun mu ?" diye sordu. Konuştuk dedim.

" İyi barim sizin için içeriye kimseyi sokmadım heri" dedi.

10 Kasımda Atatürk'ü anma konserimiz vardı. Saz ekibi musiki cemiyetindendi biz koro olarak Atatürk’ün sevdiği şarkıları seslendirmiştik. Bizi hazırlayan müzik öğretmenimiz Ruhi Bey'de (Kanak) Yozgatlı hemşerimizdi ve ailecek görüşüyorduk. Kızlar önde erkekler arkada iki sıra halinde bir koro idik. Bu sefer o kırmızı hırkası ile tam önümdeydi. Sol yanımda Ertuğrul vardı. Ertuğrul’a yaslanarak sol elimle onun sol koluna dokundum, sevdim. O gece tarif edemeyeceğim kadar çok mutlu olmuştum.

30 Ağustos bayram gecesi herkes gibi bizde mahalle arkadaşlarımızla ırmak boyunda piyasa yapıyorduk. Herkes dışarı çıkmıştı cadde çok kalabalıktı Yaz tatili nedeniyle okul kapalı olduğundan aylardır birbirimizi görememiştik. Mahalle arkadaşım Vedat Aslan birden önüme geçip yüzünü bana doğru çevirerek "Kadir seninki geliyor" dedi. Ailesi ile birlikte karşı karşıyaydık. Elektrik çarpmış gibi oldum. Kalabalıktan görememişim. Yönümüz ters tarafa olduğu için yanlarından geçtik. Hepimiz birlikte kalabalıkta kaybedene kadar bir süre arkalarından baktık. Vedat, Ertuğrul’un amcaoğluydu, bizden birkaç yaş büyüktü, şimdi düşünüyorum da ne arkadaşlıkmış meğer bizimkisi sanki hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için gibi...

O da fark ettirmeden birkaç kez geriye dönüp baktı. Son görüşümmüş meğer.

Babamın tayini çıktı Çanakkale'ye ve okulların açılmasına bir hafta vardı. Son gecemizi kardeşimle birlikte Ertuğrul ve amca çocukları ile birlikte Ertuğrulların evinin alt katında geçirdik. Ertesi günü arkadaşlarımızla öpüşüp veda ettik, babamın tuttuğu kamyona eşyalarımız yükleyip Çanakkale’ye doğru yola koyulduk. Ertuğrul gözleri yaşlı sokağın köşesindeydi. Göz göze geldik, elini kaldırdı öylece kaldı. Yol boyunca hep gözümün önünde kaldı.

Okullar açılınca bir kaç gün Ertuğrul ile bakışmışlar. Sonra her şeyi göze alıp üzerine doğru gelince Ertuğrul da beklemiş. "Neden okula gelmiyor “demiş. Ertuğrul da babasının tayini çıktı Çanakkale’ye gittiler demiş. İki gün okula gelmedi diye yazmıştı mektubunda.

Ertuğrul’u çok genç yaşta kaybettik. Kardeşi Emine Arslan Günay ve eşi Mehmet Günay emekli öğretmen. Fırsat buldukça görüşüyoruz. Yine sınıf arkadaşım ve komşum emekli öğret men Nevin Dilki Demirel ile ve Nevin’in teyze kızı ve komşum iç hastalıkları ve kardiyoloji Prof’u Gülseren Pekdemir Tuna ile üç yıldır görüşüyoruz. Bu yılda onların tavassutu ile hep birlikte yine Amasya’da komşum Gülser Teker ile Kuşadası’nda buluştuk. Çok mutlu olduk. Bütün komşularımızı, arkadaşlarımızı, öğretmenlerimizi sevgi saygı ve rahmetle andık.

“N” ye ne oldu derseniz? İşte eyle….Anılarda temiz bir sevgi, güzel hanımefendi bir sevgili ve güzel bir şehir kaldı.

26.09.2019
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ