Değerli okurlar Osmanlı’nın son dönemlerinde Anadolu’da asayiş diye bir şey kalmamıştı. Hatta daha sonraki yıllarda da 12 Ağustos 1922 tarihinde Erzincan Milletvekili Emin Bey, “Bugün buradan Kayseri’ye, Kayseri’den Sivas’a, Sivas’tan Erzincan’a bir fert gidemiyor. Kimin haddi ki kafile olmaksızın Sivas’tan Harput’a veya Mardin’e gitsin.” sözleriyle yollardaki can güvenliği konusunu dile getirmiştir.
Nitekim, Sadrazam Talat Paşanın koruma polisi olan Çapanoğlu Ziya Bey’de yine Yozgatlı polis arkadaşıyla birlikte yıllık izinlerini geçirmek için Talat Paşa’dan izin istemişler o’da “gidebilirsiniz ama dönebilir misiniz bilemem” demişti. Talay Paşanın tahmini doğru çıkmış, İstanbul’a dönemeyince Yozgat’ta görev istemişler ve orada kalmışlardı.
Anadolu’da ki eşkıyalığın ve ayaklanmaların belli bir ideolojisi yoktu. Tarihimize Celâli isyanları diye kayıt düşülen isyanların çoğunun hedefi devleti yıkmak veya devleti ele geçirmek de değildi. Esas mücadele devlet hizmetinde olan görevlilerden kanun dışına çıkanlar ile kanunlara saygılı olanların birbirileriyle mücadelesiydi.
Diğer taraftan pek çok yerel idarecide işin kolayına kaçıyor, köylülüğü sindirmek için de bu eşkıyaları kullanıyorlardı.
Devlet, her ikisini de kullanıyordu.
Yüksek makamlı devlet adamları arasındaki bu kokuşmuşluk elbette başta saraydan geliyordu. Dış borçlarla yapılan saraylar ve safahat içindeki saray ve çevresi yüksek makamdaki devlet adamlarında da kötü etki yapıyordu. Onlarda makamda bulundukları süre içinde alabildiğince zenginleşmeye çalışıyorlar hatta bu uğurda kelleler gidiyordu.
Ben bu yazımda sadece bir olayı özetlemeye çalışacağım.
XVIII. yüzyılda Karaman Valisi Sarı Abdurrahman Paşanın da saraya başkaldırısı, beyler arasındaki nüfuz ve iktidar mücadelesinin bir örneğidir. Abdurrahman Paşa Trablusşam valisi iken Hac kafilelerine zarar veren urban (şehir) eşkıyasının tenkilinde başarı sağladığı için kendi talebi üzerine Karaman Valiliğine atanmıştır. Aslında kendisi Konyalı olduğu için ısrarla Karaman Valiliğini istemiştir.
1760 yılı sonlarına gelindiğinde gelen bir eşkıyalık hadisesi paşanın başını derde sokar. Kadınhanı Türkmenlerinden bir grup koyun tüccarı, İzmir’de koyunlarını satmış, geri dönerlerken eşkıya tarafından soyulmuşlardır.
Durum Abdurrahman Paşa’ya bildirilmiş o’da Yozgat’taki Mamalu Türkmenleri Voyvodası Çapanoğlu Ahmet ağaya (sonra paşa) haber göndererek, kendisine yardım etmesini rica etmişti. Çapanoğlu Ahmet ağa bunların on üç kişi olduklarını Nevşehir’de Küçük İbrahim Ağa tarafından tutulduklarını haberini Abdurrahman Paşa’ya bildirir.
Çapanoğlu Ahmet Paşa’nın doğum tarihi hakkında kesin bilgi bulunmamakla beraber, tespit edilebildiği kadarıyla adı ilk defa Mamalu Türkmenleri voyvodalığının iltizamla (bir bedel karşılığı vergilerin toplanması işi) uhdesine verilmesiyle ilgili Evâil-i Receb 1145 (18-27 Aralık 1732) tarihli belgede geçmektedir.
Osmanlı Devleti savaşlardan dolay içerde eşkıyalarla baş edemediği dönemlerde, Orta Anadolu’da yaşayan halk, eşkıyadan ve göçebelerden çok zarar görüyordu. Devlet “Ahmet Ağa’yı” Bozok bölgesini eşkıyalardan temizlemek ve vergi toplamakla görevlendirmişti. Bölgeyi eşkıyalardan temizleyip, asayişi sağlayınca saray onu Yeni İl Has Voyvodası yapar (1728).
Bâbıâli ile iyi geçinmesi, yörede asayişi sağlaması, ihtiyaç anında İstanbul’a et ve un, cepheye de asker ve zahire temin etmek gibi görevleri mükemmel bir şekilde yerine getirmesi, din ve mezhep ayırımı yapmaması ile bölgesinde yaşayan halkı kendisine bağlayarak nüfuzunu artırması, onun çevresindeki âyanlar üzerinde üstünlük kurmasını kolaylaştırmıştı.
Başarılı hizmetlerinden dolay 1741 yılında Bozok sancağı voyvodalığı Ahmet Ağa’ya tevcih edilir ve aynı yıl aynı sancağın mütesellimliği’ne getirilir. Ahmet Ağanın mütesellim yapılması, Topkapı Sarayı arşiv defterinde şöyle kayıtlıdır. “Anadolu’da Harp ve darbe kaadir ve askeri sevk ve idareye ve başbuğ olmağa lâyık ehliyetli olanların hükümetçe defteri tertip edildiği sırada bu evsafı haiz olarak 1500 neferi idareye kudreti olmak üzere Çapanoğlu Ahmet Bey de deftere kaydedilmiştir.”
Abdurrahman Paşa, İbrahim Ağa’ya yanında olan eşkıyayı alıp gelmesi konusunda buyruldu yazar. Şakiler İbrahim Ağa’ya, “bizi her ne ile olur ise kurtar” diye yalvarmışlar ve çaldıkları altınları Ağa’ya teslim etmişlerdir. Küçük İbrahim Ağa Abdurrahman Paşanın yanına yalnız gelmiş, eşkıyanın çaldığı 4000 altını getirmiş ama, eşkıyadan 18 kese para cezası aldıktan sonra onları serbest bırakmış.
Duruma sinirlenen Abdurrahman Paşa, İbrahim ağanın elindeki 18 kese paraya el koymuş ve olayın üzerine fazla gitmemiş. Eşkıyayı himaye eden İbrahim Ağa, İstanbul’a geldiğinde bu olayı hemşerisi Sinek Mustafa Paşa’ya anlatır.
Bu olayı sadrazam aleyhinde kullanmak isteyen Sinek Mustafa Paşa hadiseyi hanımına nakleder. Hanımı da duyduklarını Padişah III. Mustafa’ya anlatır. Eşkıyalık olayları hakkında fazla titiz olduğu bilinen Padişah sinirlenir ve Abdurrahman Paşa’ya bir ferman göndererek 18 kese paranın reddedilmesini emreder. Abdurrahman Paşa ise, “paşalıkların îrâd-ı muayyenesi henüz câize ve hedâyâsına vefa etmez, dâire-i vezâret bedâvaya bakar; ben cerîmeyi eşkıyâdan, yaramazdan almayup kimden alacağım? Sulehâdan ve bîcürümlerden mi alayım?” (Paşalıkların belirlenmiş gelirleri hediyelerine ve giderlerine yetmiyor; vezâret dairesi (bakanlık çevresi) çaresiz kalıyor. Ben cezayı eşkıyâdan, haylazlardan almayıp kimden alacağım? Doğru-dürüstlerden ve günahsızlardan mı alayım?) diyerek kendisini savunur. Aldığı 18 kese parayı geri vermediği gibi fermana da itaat etmez.
Padişah, emrinin yerine getirilmediğini öğrenince Abdurrahman Paşa’nın vezaretinin kaldırılmasını, hatta katlini ister.
Görevden alındığının ve memleketinde ikamet etmesinin emredildiği fermanı okuyan Paşa iyice kızar ve emri getiren kapucubaşı’ya nefret ve şiddeti ifade eden kötü sözler söyleyerek emri yine dinlemeyeceğini beyan eder. Olay İstanbul’a intikal ettiğinde bu kez sürülmesine, hatta bazı ifadelere göre de katline ferman çıkar. Ancak olayın büyütüldüğünü düşünen Sadrazam Râgıb Paşa, Abdurrahman Paşa’yı hemen görevinden alıp, yerine Said Mehmed Paşa’yı atar.
Bu arada Abdurrahman Paşa yedi sekiz yüz kişiyi bulan silahlı adamı ile İstanbul yolunda düşmüştür. İpsiz sapsız bir sürü tip de peşine takılmaya başlayınca kalabalık her geçen gün büyür ve iki binden fazla silahlı adam ile Dörtdivan tabir olunan mahalle yerleşir. Abdurrahman Paşa İstanbul’a arzuhaller gönderir ve eski suçları ve borçları da dahil hepsinin affolunmasını ve memleketi olan Darende’de ikametine izin verilmesini ister. Kabul edilmeyince Gerede’yi geçip Bolu üzerine yürür. İş büyümeye başladığından hemen sadrazam tarafından haberciler çıkarılarak, kendisi ile anlaşmanın yolları aranır ve hiç olmazsa netice belli olana kadar münâsip bir yerde beklemesi istenir.
Paşa çadırları kurdurur ve beklemeye başlar. İstanbul’da dedikodular hızla büyür. Darendeli Sarı Abdurrahman Paşa isyan etmiştir ve İstanbul üstüne yürümektedir. Saray ve halk fazlası ile tedirgin olur. Divan toplanır ve peşi sıra emirler çıkar. Konya halkından insanların isyana karışmaması için tedbirler alınır. Sadrazam Ragıp Paşa, Abdurrahman Paşa’yı tanımaktadır ve kötü bir niyeti olmadığından emindir. Bu işi sükûnetle halletmeye çalışır. Yanına şeyhülislâm Veliyyüddin Efendi’yi alarak tekrar padişahın huzuruna çıkar ve Abdurrahman Paşa’nın affı konusunda Padişah ikna eder. Böylece Abdurrahman Paşa ehil ve yakın adamlarıyla memleketi Darende’ye dönüp orada ikamet etmesi ve başına toplanan haşerât-ı nâsı (haşarat insanı) kendi adamlarından ayırtarak defetmesi şartıyla affedilir. Altı ay kadar sonra da Paşa’nın tuğları geri verilir, vezirliğe iade edilerek sevenleri de memnun edilir. Darendeli Sarı Abdurrahman Paşa vefatına kadar çeşitli valiliklerde bulunmuş ve en son Aydın Muhassılı iken bir eşkıya takibinden dönerken yolda vefat etmiştir (1181-M.1767)
Kaynakça:
Prof. Dr. Mehmet Ali ÜNAL- Devlet İçi İktidar Mücadelesinin Bir Unsuru Olarak
Eşkıyalık ve Ayrılıkçı Hareketler
Abdulkadir Çapanoğlu- Devlete sadakat vatana isyan sayıldı ÇAPANOĞULLARI