Bu şarkı çaldığında nedense çok hüzünlenirim. Daha 51 yaşındayken kaybettiğim kardeşim Haluk Çapanoğlu ve arkadaşlarım geçer birer birer aklımdan. Her birinin onlarca anısı vardır hafızamda. Bunlardan birisi de çok özel bir arkadaşım olan Tekin Çağlar’dır. Çanakkale Lisesi yıllarımda sınıf arkadaşlığımızdan başlayarak üniversite yıllarımızda da bazen gündüz bazen gece hemen her gün birlikte olduğum arkadaşımdı. Kendi minyon tipli ama sert ve gür sakallıydı. Hiç unutmam Sanat Tarihi ve Resim hocamız rahmetli Sırrı Divil, bir gün oğlum sen hiç tıraş olmaz mısın diye sormuştu. Oda, sabah tıraş oldum hocam diye cevap vermişti. Göğüs kılları kravatlı gömlekten bile taşardı.
Genç yaşından beri ileri derecede kalp romatizması vardı. Olur, olmaz yerde kalbi tutar rahatsızlığı geçene kadar vücudu da kalbinin ritmiyle hafif hafif sallanırdı. O hemen bir yere oturur bizde yanına oturur rahatsızlığının geçmesini beklerdik. Çanakkale’deyken her cumartesi gecesi arkadaşlarla buluşup sinemaya giderdik. Yine bir cumartesi Çanakkale de Yeni Sinema önünde arkadaşlarla birlikte sohbet edip suarenin saatini bekliyoruz. Ben de bir şeyler anlatıyorum. Araya girip şöyle söylemişti; “Kadir’ciğim bir şey anlatırken senin el kol hareketleri ile anlatmana bayılıyorum çok hoşuma gidiyor.” Bu sözü beni o kadar etkilemiş ki onu hatırladığımda hep bu sözü gelir aklıma. Birde annem sormuştu kaç kardeşsiniz diye de hiç duraklamadan “Metin, Çetin, Tekin, Gülten, Nurten” diye sıralayıp bizi güldürmüştü. Bunlar gelir aklıma.
Sonra hepimiz İstanbul’a geldik. Biz Laleli de iki daire almıştık. Birinde biz oturuyor diğerini de kiraya veriyorduk. Tekin bir kısım arkadaşlarımızla bir sokak üstümüzdeki Çanakkale Yüksek Tahsil Talebe Yurdunda kalıyordu. Eğitim yılının sonuna geldik imtihanlar başladı. Gerek rahatsızlığı dolayısıyla gerek ruhen ve bedenen de hassas bir yapısı olduğundan rahat değildi. Öğleden sonraları bize gelmesini bizde ders çalışmasını önerdim. Ben ve kardeşim Haluk Hukuk Fakültesinde o da İktisat Fakültesinde okuyorduk.
Yemek masamızı ortak kullanarak birlikte ders çalışmaya başladık. Tekin kısa bir süre sonra oturduğu sandalyeden kalkarak öteki sandalyeye geçti. Kısa bir süre sonra ondan da kalktı karşıdaki sandalyeye oturdu. “İşte böyleyim, uzun süre oturamıyorum” dedi. Olabilir ben de uzun süre oturamam maksimum yirmi dakika sonra dikkatim dağılmaya başlar dedim.
Yıllar sonra benim başıma geldi. 1989 yılında çok ağır bir depresyon geçirdim. Aylarca oturamadım. Hep ayakta hep ayakta. İşyerimde bile masamda ayaktaydım. Oturunca içim sıkılıyor iç organlarım spazm yapıyor ayağa kalkmak zorunda kalıyordum. Bazen o da yetmiyor koca fabrikanın içinde koridorlarda geziniyordum. Hatta bazı işçiler bir şeyden şüphelendi galiba olur olmaz zamanlarda etrafı dolaşıyor kontrol ediyor demişler.
Sevgili Tekin böyle sandalyeden sandalye dolaşıyor ben de ara sıra çay yapıyor biraz ders biraz sohbet akşamı buluyorduk. Akşam yemeğini de birlikte yiyip biraz daha ders çalıştıktan sonra yurda gidiyordu. Yine bir gün ders çalışırken “Kadirciğim, biz nasıl zengin olabiliriz diye sordu. Ne bileyim diye cevap verdim. Dedi ki; düşünüyorum düşünüyorum hep aynı sonuca ulaşıyorum, sonu hep banka soymaya çıkıyor” diyerek beni gene güldürmüştü. Çünkü Cumhuriyet gazetesi okuduğu için ben ondan mantıklı bir cevap bekliyordum.
Bir gece, “içim sıkılıyor çıkıp biraz dolaşalım mı” dedi. Olur dedim giyinip sokağa çıktık. Cumhuriyet gazetesi okurdu, genel kültürü hepimizden fazlaydı. Babasının kendisine anlattığı Atatürk bilgilerini o da bize aktarırdı. Yürümeye başladık. Ne konuşacağız tabi siyaset. Bizim zamanımızın üniversite gençleri siyasetle iç içeydi. Sonraları lise öğrencileri de siyasi konularda düşüncelerini açıklamaya başlamışlardı. 1980 darbesinden sonra hepsi bastırıldı sindirildi.
Yürüyoruz, baktım Bozdoğan su kemerine gelmişiz. Biz çok yürürdük çünkü paralarımız sınırlıydı. Yurtta kalan arkadaşlarla Beyoğlu sinemalarına gittiğimizde sohbet ederek, şakalaşarak Beyoğlu’ndan Laleliye kadar yürürdük, yorulmazdık farkında bile olmazdık. Gençlik, delikanlılık işte. Şimdi Tekinle sadece ikimiz yürüyorduk. Bir ara Tepebaşında olduğumuzu fark ettim.
Sonra Harbiye de Konak Sinemasının önünde geldim kendime. Büyük bir şaşkınlık içinde “Tekin biz Harbiye’ye gelmişiz, nasıl geldik, uçtuk mu dediğimi hatırlıyorum. Güldü, “geri dönelim” dedi. Geri döneceğimiz yol aşağı yukarı 20 km. civarındaydı. Yav, deli misin, buradan geriye nasıl döneriz, zaten son otobüslere kaldık, binelim bir otobüse demiştim.
Otobüste anlatmıştı; rahatsızlığı hakkında görüşmek için Medikososyal’a gitmiş. Burası İstanbul Üniversitesi öğrencilerine Beyazıt Merkez olarak sağlık hizmeti veren İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne bağlı bir kuruluş. Orada görüştüğü doktor kendisini dinledikten sonra bazı ilaçlar yazmış ve bol bol yürüyüş yapmasını tavsiye etmiş. Tekin de yürüyüş yaparım diye cevaplamış. Doktor, küçümser bir tavırla ne kadar yürüyorsun mesela diye sormuş. Tekin, mesela buradan Şişliye kadar yürüyorum deyince doktor boş bulunup çüş deyivermiş. Gülerek anlatmıştı.
Sonra hepimiz bir yana dağıldık. O Ankara da bir inşaat şirketinin muhasebecisi olmuş. Nasıl buldum bilmiyorum iş yerinin sonra da evinin telefonunu öğrendim. Yılda birkaç kere arardım. Her seferinde yorgun bir ses tonu ile işlerinin çokluğundan beni aramaya fırsatı olmadığını söyler özür dilerdi. Ben de önemli değil ben arıyorum işte derdim. Nasılsın dediğimde hep aynı cevabı verirdi “bildiğin gibi, rahatsızlığım devam ediyor.” Evlendi çoluk çocuğa karıştı, yükü daha da ağırlaştı. Sağlık sorunları peşini bırakmadı. Birkaç yıl önce bir gece aklıma gelince evden aradım. Bir hanım açtı telefonu. Tekin Bey’in evimi diye sordum evet dedi. Tekin müsait mi görüşebilir miyim dedim. Tekin’i iki yıl önce kaybettik dedi. Eşiymiş, çok üzüldüm ne diyeceğimi bilemedim, kendimi tanıtınca eşi sizi gıyaben tanıyorum sizden çok bahsederdi dedi. Baş sağlığı diledim kapattım bir süre öylece kaldım. Bir varmış bir yokmuş, sevgili Tekin, bu dünya da sağlıklı huzurlu bir ömrün olmadı umarım gittiğin yerde huzura kavuşmuşsundur ışıklar içinde ol kardeşim dedim.
Değerli kardeşim Arman Akün yazımı okuyunca şu mesajı göndermiş: Sevgili Abdulkadir, yazın beni çok etkiledi. Geçmiş yıllara güzel günlere götürdü. Tekin'le yaptığım tavla maçlarını, ben yendiğinde kıskıs gülüşünü hatırladım. Vefat ettiğini öğrendiğimde ben de çok üzüldüm. Sevgili Haluk'la birlikte nur içinde yatsınlar.