Değerli okurlar, önceki yazıma 24 Nisan tarihi yaklaştığında Amerika’daki Ermeni diasporası yaygaraya başlar. Türkler 1915 yılında Ermenileri katlettiler, soykırım yaptılar diye Amerika’daki yalaka basın ve bu işten çıkarı olan yöneticilerde bu yaygaraya bazan açıktan bazan gizlice destek verirler diye başlamıştım.
Yazımı bitirirken şuna karar verdim; bu yazımda,24 Nisan tarihi dolayısıyla yine gündeme getirilen Ermeni Tehciri nedeniyle müteveffa arkadaşım Nubar Kartal’ın, yeri geldiğinde “bizim cemaat hep Yozgatlıların elindedir, şimdi de yönetimde onlar var” demesinden esinlenerek yarım asra yaklaşan bir dönemi kapsayan süre arkadaşım, dostum, ailece görüştüğümüz dostlarımız olan Ermeni vatandaşlarımı sizlere tanıtacağım. Kimseye bir yararı olmasa da belki tarihe bir hizmetimiz dokunur.
Değerli arkadaşım Nubar’ın dediği gibi Osmanlı döneminde Yozgat, Ermeni cemaatinin de dini önderlik bölgesi idi. Sonra Gürün- Mancılık bölgesi Yozgat’tan ayrılır. Gürün’ün bir parçası olan Gemerek de Yozgat’a bağlı iken,1800’ lerin ortalarında Gürün dini önderliği ile birleştirilir. Daha sonra tekrar Yozgat dini önderliğine geri verilir.1890 da tekrar Gürün dini liderliğine verilir. Yozgat dini önderi rahip Mateos, Ankara dini önderliğine tayin edilince Yozgat dini önderliği ile Ankara dini önderliği birleştirilir (1854–1858). Aynı şekilde 1859–1862 döneminde, Gürün ile Yozgat’ta birleştirilir.1870–1872 döneminde yani piskopos Tersakyan döneminde Ankara-Yozgat-Afyon birleşik bir piskoposluk olursa da Yozgat yine ayrı bir oluşumu temsil eder. Bu ayrılıp birleşmeler 1904 yılına kadar sürmüştür.
Tanımakla övünç duyduğum aile dostumuz Nubar (Nobar) Kartal’dan başlayayım. Soyadı Kartal, Doğum yeri İstanbul / Kartal, tuttuğu takım Kartal (Beşiktaş kulübü) ve işyeri unvanı Kartal Rulman. Genç yaşta kaybettiğimiz Nubar ile aynı yaştaydık (d. 1945 ö. 2007). Çok sıcak kanlı bir insandı. Karaköy Perşembe pazarı piyasasının Nubar abisiydi. Ar- Yıldız fabrikasının sahibi Artin Yıldız Bey’in de bacanağı idi. Bana hoca diye hitap ederdi. İşyerinde sohbet ederken gırgır olsun diye iki şey sorardı. “Hoca, ne olacak şu Nikaragua’nın hali” ya da” hoca, ben ölürsem cenazem kalabalık olur mu?” Ben de gülerek “bilemem ama ben gelirim” diye cevap verirdim. 62 yaşında vefat etti. Cenazesi çok kalabalıktı çünkü seveni çoktu. Kilisenin avlusunda arkadaşlarımızla sohbet ederken aklıma geldi dostlarına dedim ki “hep böyle söylerdi, gerçekten merak mı ederdi yoksa gırgır olsun diye mi söylerdi bilmiyorum. İşte sonun da öldü, işte cenazesi de çok kalabalık. Mekânı cennet olsun inşallah.”
Yaz tatiline çıktığımızda eşimin mücevherlerini onun kasasına bırakırdık. Hiç unutmam, ilk bırakıtımızda hemen küçük bir kâğıt almış “bu mücevherler Abdulkadir Çapanoğlu’nun eşine aittir” diye yazıp kesenin içine koymuştu. Neden buna gerek duydun ki diye sorduğumda “buradan çıktığımda kaza geçirip ölebilirim, evde ölebilirim, varislerim kasayı açtıklarında bilsinler ki bu mücevherler benim değil.”
İnsan yaşadıkça neler öğreniyor.
İş Bankasın da çalışan eşime onun işyerinden telefon açtığımda neredesin sorusuna Nubar’ın yanındayım derken, o da telefona eğilir “genç kızların sevgilisi” diye benim sözlerime ekleme yapardı. Böylesine hayat doluydu. Evde eşim ne zaman tost yapsa onun “hoca birer tost yiyelim mi” sorusu aklıma gelir.
Güzel anılar hafızamızda yer edip her fırsatta öne çıkıyor.
Karaköy Necati Bey caddesinde Maliye binalarının olduğu kavşaktan da Karaköy Perşembe pazarına dönüş imkânı vardı ama yasaktı. Tophaneye kadar gidip oradan dönerdik. Bu kavşakta Kadir isminde bir trafik polisi dururdu. Bu polis nasıl olduysa Nubar ile tanışmıştı ve istirahat saatlerinde onun işyerine takılırdı. Bir gün Nubar’a “Nubar abi hatırım için bir kere kelime-i şahadet getirsene diye ısrar etmişti. Nubar’da “oğlum sen hasta mısın nesin” diyordu. O da “hatırım için bir kerecik desen ne kaybedersin” diyordu. Polis çok ısrar edince bana dönüp “valla hasta bu adam” demişti Bende gönlü olsun diye “ya Nubar ne olacak sende deyiver” dedim. Çünkü maliye binalarının oradaki kavşağa yaklaştığımızda aracımızın farı ile uzaktan selektör yapıp işaret verirdik o da trafiği birkaç saniye durdurur bizim kısa yoldan dönmemize izin verirdi, ona ihtiyacımız vardı. Neyse, Nubar’ da ne diyeceğim diye sordu. Kadir söyledi, Nubar’da yarım yamalak “eşedü enla neyise işte” dedi. Polis, büyük bir mutlulukla bana dönüp “Kadir abi bir gavuru Müslüman yaptım, ben şimdi cennetlik olur muyum” diye sormuştu.
Her gün mutlaka yeni bir fıkra anlatırdı. Ben de çok fıkra bilirim ve anlatırım. Fıkra anlatmakta fıkra dinlemekte ayrı bir kabiliyettir. Nubar fıkrayı dikkatle dinler ve gerektiği gibi tepki verirdi. Ben hayatımda onun kadar güzel fıkra dinleyen görmedim. Komik fıkralara öyle kahkaha atardı ki anlatanın da çok hoşuna giderdi. Puro içerdi. Ben sigara kullanmadığım için güzel puro kutuları bana kalır bende içlerine matkap uçları, dekupaj testeresi uçları vs. gibi aletlerimi koyardım. Yıllarca Perşembe pazarında hamaliye işleri yapan bir gariban bir suçtan dolayı hapse girmiş hapisten çıkınca Nubarı’ın yanına gelip “Nubar abi kimsem yok kalacak yerimde yok senin dükkanında kalabilir miyim deyince ret edememişti. Bu kişi bizim de işimize yarardı. Sonradan öğrendik ki çok ünlü bir sanatçı ablası varmış.
Nubar’ın bacanağı Ermeni cemaatinin önemli kişilerinden Ar-Yıldız’ın sahibi müteveffa Artin Yıldız Beyden de kısaca bahsetmek isterim. İstanbul’daki gerek Ermeni gerek ulusal birçok hayır kurumunun üyesiydi. Dev gibi Ar-Yıldız fabrikasının kurucusuydu. Çatal kaşık bıçaktan, paslanmaz tencere ve çaydanlık takımlarına kadar geniş bir üretim yelpazesi vardı. Aynı konuda üretim yapan fabrikalar da vardı ama nedense Ar-Yıldız marka olarak herkesin zihninde yer etmişti. Birgün Nubar ile beni Florya’daki ünlü Kaşıbeyaz restoran da bir öğle yemeğine götürmüştü. Ne kadar mütevazi ve iyilik sever bir insan olduğunu o yemekte daha iyi anlamıştım. Büyük oğlu Arman’ın nikah davetiyeleri Paris’te basılmış gelinlikte Paris’ten getirtilmişti. Ailenin tüm işleri ile genelde merhum Nubar ilgilenirdi. Artin Bey ile yaşadığı ve benimle paylaştığı bir anısını da anlatmadan geçmeyeyim. Büyük oğlu Arman’ın evlilik hazırlıkları sırasında alınan bir ev ile ilgili tadilat işleriyle de yine Nubar ilgileniyordu. Çok güzel bir daire hazırlanıyordu. Artin Bey’in kızı da bu yapılanlardan etkilenmiş kendi evinin banyosunun da yenilenmesinin arzusu ile bunu uygun bir zamanda babasına iletmesini Nubar’dan rica eder. Nubar da Artin Bey’in keyfinin yerinde olduğu bir zamanda söyler. Artin Bey kızar “daha yeni yapılmıştı neden yenilenecekmiş ki” gibi bir şeyler söyler. Nubar her zamanki sakinliği ve sevecenliği ile “niye kızıyorsun ki sen ölünce zaten yaptıracak” der. Bu cevap karşısında biraz şaşıran Artin Bey, sonra “doğru söylüyorsun, kafaya koymuşsa yaptıracak, peki o da ne istiyorsa yapsın” diye cevap verir. Nubar’la aramızda kalan bu güzel anılar sadece bende kalmasın istedim.
Cemaatin önemli isimlerinden birisi de Sayın Nazaret Özsahakyandır. Boyacıköy Surp Yerits Mangants Ermeni Kilisesi Vakıf Başkanı olan Nazaret Bey Yozgat’ın Burunkışla köyündendir. Bir zamanlar, Yozgat ve çevresinde 48 Ermeni köyü vardı bunların bazıları kendi dillerini bile kaybetmişlerdi ama geleneklerini korumuşlardı. (Nazar Bey babasının da Ermenice bilmediğini söylemişti). Ermenilerin bulunduğu köyler şunlardı. Yozgat merkez, Akdağmadeni, Armağan, Alaca, Pöhrenk/Gümüşkavak, Karahallı, Karayakup, Karaçayır, Karabıyık, Kızılcaova, Kumkuyu, Danışman, Danyalyenbağ, Yahyalı, Elekçiler, Eğlence, Taşlıgedik, Terzili,İgdeli,İncirli, Ürneç/Konuklar, İkikariye, Göveçli, Gürden/Yazıkışla, Mağaroğlu/Şerefoğlu, Mansuroğlu, Melez, Menteşe, Uzunlu, Çat büyük, Çat küçük, Çat mırıklar, Çatak, Çakmak, Çokradan, Belören, Bebek, Boğazlıyan, Burunkışla, Rumdigin/Felahiye, Saatlı, Sarıhamza, Sazlı, Saray, Sığırkuyruğu, Sungurlu, Derihamza, Keller/ Yenipazar, Köhne/Sorgun, Kediler/Armağan, Kahya, Kürkçüler, Tahralı.
Çapanoğullarının muhteşem Süleymanı, Padişahların “ayanların gözdesi” diye onurlandırdıkları Süleyman Bey dedemiz ve onun hazinedarı Ohannes Aslanyan ile ilgili bilgi ve belgeleri ve menhus Çapanoğulları hadisesi sırasında Ermeni evlerinde bulunan ve tahrip edilen 20 kadar piyanoyu bana verdiği belgelerden öğrenmiş ve bu köşede yayınlamıştım. Nazaret Bey’n de Eminönü’ndeki Mısır Çarşısında Eminönü kapısından girildiğinde hemen sağ sırada büyükçe bir kuyumcu mağazası var. Yukarda yazdığım ve vakıf başkanı olduğu Boyacıköy Surp Yerits Mangants Ermeni Kilisesinde Türk sanat müziği konserleri düzenleniyor ve hepimizin artık isimlerini ezbere bildiğimiz Ermeni bestekarlarımızın eserleri icra ediliyor. Bu konserler televizyondan da yayınlanıyor. Her yıl iki kere Ermeni dostları ile en az bir otobüs dolusu kalabalık bir gurubu Burunkışla köyüne ve Yozgat’ın gezilecek tarihi yerlerine götürüyor.
Ünlü eğitimcilerden Yılmaz Göksoy hocamdan şöyle bir bilgi edinmiştim; Atları yönetmek için ağızlarına demirden gem ve iki ucuna da deriden dizgin takılır. Ama atlar bir nedenle parlayıp kontrolden çıkınca şuursuzca koşmaya başlarlar ve çatlayana kadar koşarlar. Yani ağzına takılı gem artık bir işe yaramaz. “Gemi azıya almak” deyimi buradan gelir. Çünkü atlar, farkında olmadan gem demirini azı dişleri arasında sıkıştırıp koşarlar, Burunkışla köyünün demirci ustalarının yaptığı çok özel bir gem sayesinde atlar bunu yapamaz, parlayan atlara dahi hâkim oluna bilinirmiş. Bu yüzden Burunkışla gemi almak için çok uzaklardan dahi gelenler olurdu demişti cennetmekan Yılmaz Göksoy Hocam.
Mısır çarşısına uğradığımızda eğer işyeri çok kalabalık değilse ayaküstü uğrar bir hatır sorarız.
Arto Kazancıoğlu; İstanbul Karaköy elektrik piyasasının duayenlerinden olan Arto kardeşim bu piyasanın en büyüklerinden olan Santral Elektrik firmasının yöneticisiydi. Santral Elektrikten malzeme temin eden bütün fabrikalara Arto fiyat verir sipariş kabul ederdi. Santral Elektrik’in girdiği ihalelerde de şirketi temsil ederdi. Başarılı satış politikası nedeniyle Siemens ve Phiips firmalarının defalarca Paris’te ve Amerika’da misafiri olmuştur. Yoğun telefon trafiğinde görüşmeniz bittiğinde veda etmeden telefonu yüzünüze kapatırdı çünkü öbür telefonlar çalıyor olurdu. Önceleri çok yadırgamış ama sonra hak vermiştim.
Emekli olduktan sonra Bankalar caddesinde (Voyvoda ve Okçu Musa caddesi) kendi işyerin açtı. Çillerin 5 Nisan kararlarıyla başlayan ekonomik krizler gittikçe artınca eşinin “bizde Paris’e göçelim bütün akrabalarımız orada teklifine, “ben burada doğmuşum, memleketimi seviyorum, bizim vatanımız burası ne işimiz var elin Paris’inde, herkes nasıl yaşıyorsa bizde öyle yaşarız” demişti. İst. Fen Fakültesi Fizik bölümü mezunu olan Arto kardeşimin eşi de çok saygıdeğer bir hanımefendi olup Kazancıoğlu ailesi yaşadığımız sürece yakın aile dostlarımız olarak kalacaktır.
Garo ve Murat Kalay kardeşler; Çocukluklarından beri Karaköy/ Perşembe pazarındaydılar. Hani gözümü açtım burayı gördüm misali. Misket değimiz tane bilye konusunda ağabey Garo, Rulman konusun da küçük kardeş Murat engin bilgileri ile bilinirler. Sanırım 2010 yılları civarında misket işini ön plana alıp o konuya ağırlık verdiler ki yukarda yazdım bu konuda zaten Garo’nun birikimi vardı. Şimdi misket konusunda piyasanın en büyüklerinden oldular. Karaköy’de ki mağazanın dışında Okmeydanı’ndaki devasa Perpa’da 110 metrekare büyüklüğünde dört adet depo var. Misketin her ölçüsü, her kalitesi listelerinde var. Sevgili Garo beni camdan görünce ayağa kalkar kollarını açar. Ayrılırken de mutlaka “arayı açma” diye tembih eder. 45 yıllık kadim kardeşimiz ve aile dostlarımız Garo ve Murat Kalay. Murat ile çok anımız var, yazsam kitap olur.
İstanbul Beyazıt’ta turistlerin Gand Bazar diye adlandırdıkları Kapalıçarşı da kuyumcu işyeri olan arkadaşım Hamparsum Danacıoğlu, validesiyle sohbet ederken “Yozgatlı Çapanoğullarından birisi ile tanıştım deyince kadıncağız, “aman oğlum, onlar çok kıymetli insanlar, tehcir sırasında çok yardımları olmuş, o ailenin sayesinde büyüklerimiz güven içinde sürgüne gitmişler, o bey ile dostluk kur” der. Validesinin bu sözlerini Hampar bana nakledince çok gururlanmıştım. Sonra çok iyi dost olduk. Kapalıçarşı’ya her gittiğimizde uğradık çayını içtik sohbet ettik. Yaşlı annesinin sağlığını sorduk selam söyledik. Dostluğumuz ilerleyince hem kendime hem eşime çok uygun fiyatlarla pırlanta yüzükler yaptırdık. O yıllarda (1970) pırlanta böyle sebil değildi kaçak gelirdi. Sonra arkadaşı mıhlamacı (yüzüklere pırlanta mıhlaması) Onnik Bey ile tanıştık o da dostumuz oldu. Çillerin yarattığı ekonomik kriz onları da çok etkileyince ikisi de Kanada’ya göçtüler. Onlar gidince Kapalıçarşı’da iki kapımızın kapandığını üzülerek fark ettik.
Değerli okurlar, çalışma hayatımda, çok iş değiştirdim. Renault aracının bir parçasını apartmanımızın önünde değiştirdiğim, sonraki yıllarda Tapu Kadastro Genel Müdürü olan bir komşum sohbetimiz sırasında şaşırarak şöyle demişti. “Yav, ne çok iş değiştirmişsin. Biz gözümüzü açtık tapu, başka bir yer bilmedik.” Gerek talebelik hayatımda gerek askerlik ve iş hayatımda kendime, arkadaşlarıma, maiyetimde çalışanlara yapılan haksızlıkları görmezlikten gelemedim. Yedek subaylık dönemimde de gördüğüm olumsuzlukları o zamanki Gaziantep valisi Mustafa Yörükoğlu’na anlattım. Gereği yapıldı. Yapı Kredi ve İş Bankasından istifa ettiğimde müdürlerim istifamı geri almam için ısrar ettiyseler de kalamadım. Gerek bankacılık yıllarım gerek Renault-Mais, Aksu İplik Dokuma ve Hontel Holding de işim gereği güzel insanlar tanıdım, dostluklar kurdum. Şimdi Kuşadası’ndayım burada da güzel dostluklar ediniyorum. Ailecek çatkapı görüştüğümüz bir hanım kardeşimizin şu sözü beni çok mutlu etti “herkes para biriktirir sen insan biriktirmişsin.” Sağlıkla kalınız.