A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

DAYIMIN MALLARI

Değerli dost Sayın Rıfat Çakır, Yozgat İleri Gazetesindeki köşesinde “kağnı gıcırtıları” başlığı ile kaleme aldığı makalesinde kağnılar için şöyle yazıyor. “Şimdi çocuklarımızın resimlerde kurtuluş savaşının sembolik vasıtaları olarak gördüğü bu ulaşım ve iş vasıtaları, ülkemizin hemen hemen hiçbir bölgesinde aktif halde görülmüyor. Bırakın kağnıyı öküzlerin bile nesli tükendi. Sahi hiç biriniz ineğe benzeyen iri yapılarıyla, uysal görünüşlü boğa görebiliyor musunuz?”Rıfat Bey’in bizi geçmişe götüren bu yazısını okuyunca, bir taraftan Kurtuluş Savaşımızda cephelere cephane taşıyan ve kadınlarımız tarafından yönetilen “Kağnı Kollarını” bir taraftan da dayım Ceritzade Yaşar Bey’in 1950 li yıllardaki hayvanlarını hatırladım. Dedem Ceritzade Şükrü Efendi ile birlikte Yozgat’ta Mutafoğlu mahallesindeki köprünün başındaki büyük evde otururlar, Dayılı köyündeki arazileri ile de çiftçilik yaparlardı. Köylerden mahsul getiren kağnılar,13-15 yaşındaki çocukların idaresinde Şekerpınar’dan aşağı inleye inleye inerler, onları çeken öküzler veya camızlarda ağır ağır ve uygun adım bir sağa bir sola yata yata aynı tempo ile giderlerdi. Eğer saman getiriyorlarsa saman hafif olduğundan çok yükleme yapalım diye yanına çeten sararlardı. Kağnının arkasında asılı küçük bir tenekenin içinde bir miktar sabunlu su ve bir hindi teleği(tüyü) olurdu. Kağnı’yı süren çocuklar Yozgat’a yaklaşınca sabunlu suya batırdıkları teleği kağnının dingiline sürer onun böyle inlemesini sağlarlardı. Bu inlemeler bana sanki kavruk yüzlü bu çocukların inlemesi gibi gelirdi. Dedemin Fordson marka traktörü vardı. O tarihlerde zaten iki traktör markası bilirdik. Kırmızı boyalı Massey Harris’ler ve mavi boyalı Fordson’lar. Tarla, tapan işleri bitince evden kahveye, kahveden eve canı sıkılan dayım, civar şehirlerdeki hayvan pazarlarını dolaşır, nerede iri bir hayvan görse alıp getirir başımıza bela ederdi. Bir gün bir koç getirdi. Koçta koç hani. Tam sırat köprüsünde üstüne binilecek cinsten. Gel gör ki misafirlik devresini atlatıp ta çevreye alışıp ahırdaki hayvanlara dirlik vermeyince, arka avluda dut ağacına boynuzlarından bağlandı. Bu duruma çok içerledi herhalde ki avluya kim çıkarsa şaha kalkıp tos vurmak istiyor ama ip izin vermiyordu. Böyle asi davranışları ve avluya saçtığı leblebileri yüzünden kesilmesine karar verildi ve hüküm infaz edildi. Yine bir seferinde Çorumdan iri bir camız getirdi. Alnında beyaz bir hilal olan çok gösterişli bir hayvandı. Onun da yabancılığı gidince ilk şikâyet, Yozgat sığırını güden çobanlardan geldi. Öbür hayvanlara dirlik vermediğini bu yüzdende sığıra istemediklerini söyledilerse de dayımın “hele biraz gitsin gelsin” itirazı üzerine bir süre daha göz yumdular. Asıl şikâyet cennetmekân anneannemden geliyordu. Sütünü sağma sırasında dölek durmuyor, sonuna doğruda huysuzlanıp ayağını helkeye vuruyor sütün bir kısmını döküyordu. Çobanlar sonunda resti çekince ahıra hapsolmak zorunda kaldı. Dayım gece saat 23.00 ü bulmadan eve gelirdi. Çünkü elektrik o saatte birkaç kere göz kırparak kesileceğini haber verir, 10 dakika sonra da kesilir, ertesi güne kadar da gelmezdi. Kahveden gelince önce ahıra girer, ineklerin, camızın ve dedemin faytonuna koşulan bir çift atın yemlerini filan kontrol eder sonra eve girerdi. Dedemin faytonu dedim ya, evet kendi kullanımımız için dış avluda bekleyen bir faytonumuz vardı. Yine bir akşam aynı kontrolleri yaparken farkında olmadan dayımı duvara sıkıştırır. Bir süre öylece kalırlar. Dayım nefes alamaz hale gelir, göğüs kemikleri acımaya başlar. Biraz daha sıkıştırsa belki çatlatacak veya kıracak yani o durum. Biraz sonra hayvanın çekilmesi ile ölümden dönen dayım perişan bir halde eve girer. Olanı biteni eşine anlatır. Rahmetli dedemin sürekli “ oğlum bu camızı sat bir gün başımıza bir maraza çıkaracak” üstelemesiyle camızın satılmasına karar verildi. Sürekli ahırda tutulan hayvanın bakışları bile değişmişti. Biz ahıra girmeye korkar olmuştuk. Sonunda bir kasap ile anlaşıldı. Pazarlık yapılırken dayım kasap’a, “ben ahırda teslim ederim gerisine karışmam” dedi. Kasap kendinden emin bir tavırla “o iş benim işim merak etmeyin” dedi gitti. Ertesi günü başka bir camızla geldi. Onu da ahıra soktular. İki camızı boynuzlarından birbirine bağladılar, bizim camızın ipini çözdüler. İpin çözülmesi ile bizim camız kapıya doğru öyle bir hamle yapıyor ki zavallı öbür camız yerlerde sürükleniyor. İki camız ancak bir hayvanın rahatça geçebileceği büyüklükteki ahırın kapısından nasıl geçti hâlâ aklım almaz. Kasap ve öbür camızın sahibi korkudan ne yapacaklarını şaşırdılar. Öz’ün duvarına doğru gidince herkes bir eyvah çekti ama duvara varmadan traktör ve vagonetinin gireceği kadar büyük çatal kapıya yöneldiler. Zaten 70-80 santim yüksekliğindeki duvara çarpsalardı ikisi birden öz’e uçar bıçağı zor yetiştirirdik. Neyse ki bu panik uzun sürmedi bizim camız biraz sonra sakinleştiyse de öbür camız korkudan mı yoksa yorgunluktan mı nefes nefese kaldı hayvancağız. Yine birbirlerine bağlı olarak mezbahanın yolunu tuttular. Mezbahaya varınca kasap, kesicilere yalvarmış. “ Aman bi vukuat çıkarmadan önce bunu kesin” diye. Onlar gittikten sonra, rahmetli anneannem yürek çarpıntısı içinde bir süre “verilmiş sadakamız varmış” deyip durdu.

03.01.2013
OKUR YORUMLARI
Mehlika Filiz Ulusoy
04.01.2013 15:32:00

Abdülkadir Bey,
Boğa el değiştirip yabancı bir ortama düşmüş, huysuzlanmış. Bir de bağlı tutularak özgürlüğü elinden alınmış. Bir yanda sıla hasreti, bir yanda tutukluluk... Ah özgürlük!
Saygılarımla

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ