Şu iki mısra orta yaş üstündeki Yozgatlıların dillerine pelesenk* olmuştu. Efil, efil ederde Dayılının ekini/Ceritzade Hüsnü Efendi de Büyük caminin vekili. Gerisini kimse bilmiyor, hatırlamıyordu.
Yozgat Gazetesindeki köşemde birkaç kez bilen, hatırlayan var mı diye sordum. Yozgata gittiğim zamanlar eşe dosta tanıdık tanımadık büyüklere her fırsatta sordum. Maalesef bir bilen, en azından bazı mısralarını olsun hatırlayan çıkmadı. Kime sordumsa hep yukarıdaki iki mısraı söylüyor arkasını getiremiyordu. Kahırlandım, rahmetli Abbas Sayar ağabeyimin Yozgat var, Yozgatlı yok sözünü hatırlayıp rahmet ve minnetle andım.
Ceritzade Hüsnü Efendi kimdi. Neden bu ağıtın peşine düşmüştüm. Arz edeyim. Benim anne dedem Ceritzade Şükrü Efendidir. Yani Hüsnü Efendinin baba bir anne ayrı küçük kardeşidir. Şükrü Efendi, Yozgatta Mutafoğlu Mahallesinde özün kenarında o zamandan beri akan pınarın yanındaki büyük evde oturur, Dayılı köyündeki arazileri ile de çitçilik yapardı. Şimdi evin tam önünde kocaman sarı renkli bir trafo binası var. Babası Nurettin Efendi Yozgatta Çarşıağası imiş. Çarşıağası; Çarşıyı ve esnafı düzen altında tutmakla görevli, çarşının kamu düzeninden ve özellikle geceleri korunmasından sorumlu görevli kimse. Hüsnü ve Şükrü Efendilerin babası Nurettin Efendinin ilk hanımından çocuğu olmaz, ikinci eşi Hafize hanımı alır. Bu hanımdan Hüsnü Efendi ve iki kız kardeşi Besime ve Vahide hanımlar doğar. Daha sonra üçüncü hanım olarak küçük yaştaki Çerkez kızı Gül Hanımı alır. Bu Hanımdan da benim dedem Şükrü Efendi ve kız kardeşi Zehra Hanım olurlar. Böylece Hüsnü Efendi ile Şükrü Efendi, baba bir anne ayrı iki erkek kardeş olurlar. Gül Hanım, gelin geldiğinde çok küçük yaşta imiş ve Türkçe bilmezmiş. Nurettin Efendi de Gül hanımla evlendikten dört yıl sonra vefat eder. Şükrü Bey dedem üç yaşında yetim kalır.
1916-1917 yıllarında Yozgat Belediye Reisliği de yapan Hüsnü Efendinin, bir türlü yıldızının barışmadığı zamanın Yozgat Mutasarrıfını, Yozgattan başka bir yere tayin ettirmek için kimsenin aklına gelmeyecek komik bir oyunu çok bilinir. Hikâyesi de şöyle anlatılır;
Bir kış günü Yozgat'tan Ankara'ya, yeterli mesafeler içinde iyi koşan atlar hazırlatır. Akşam olup hava kararmaya başlayıp el ayak çekilirken atına biner son hızla Ankaraya doğru yola çıkar. Bu arada para ile tuttuğu ayak takımından üç-beş kişiye de gecenin ilerlemiş bir saatinde mutasarrıfın evini taşlatır. Yol boyunca kendini bekleyen atlarla hiç mola vermeden ve kestirme yollardan yoluna devam eder. Sabah vali bey daha makamına gelmeden Ankaraya ulaşır. Vali bey makamına geldiğinde de elindeki dilekçeyi kendisine takdim edip Yozgat Mutasarrıfından şikâyetlerini sıralar. Bu sırada Yozgat Mutasarrıfının taşlama şikâyeti ile ilgili telgrafı da vali beyin önüne gelir. Ankara Valisi, bir Hüsnü Efendiye, bir verdiği dilekçeye, bir de Yozgattan gelen telgrafa bakar, şaşar kalır. O zamanın imkânlarında, bir adamın, bir gecede Yozgat'tan Ankara'ya gelmesi pek mümkün değil. Hüsnü Efendi de şikâyetini pekiştirircesine Görüyorsunuz efendim, bu şikâyeti de, diğer söyledikleri de tamamen iftiradır der. Vali ne yapsın, en kolay çözüm olarak mutasarrıfı görevden alır. Hüsnü Efendi de muradına erer.
Çapanoğulları başkaldırısı sırasında Ziraat Bankasından alınan 50 bin lira karşılığı tanzim edilen senette onun da imzası vardır.(Bkz. Yozgat Gazetesinde ki köşem. Süleyman Sırrı olayı ve Kocahanoğlunun düşündürdükleri).Çerkez Ethem daha Yozgatı basmadan, Ankara valisi Yahya Galip Beyin Çapanoğullarını haberdar etmesiyle beyler ve bir kısım akrabaları Yozgatı terk ederler. Hüsnü Efendi de telaşlı ve heyecanlı bir şekilde eve gelir hazırlık yapmaya başlar. Şaşkın bir haldeki karısı Zehra Hanımın sen gidersen ben ne yapacağım şeklindeki ağlayıp sızlanmaları onu da şaşırtır. Kaçmakla kaçmamak arasında bocalar. Ata binmek için binek taşına çıkıyor, ata binmişken vazgeçiyor inip eve giriyor, bir süre sonra çıkıp tekrar biniyor. Bu binip inmeler birkaç kere tekrarlanıyor. Sonunda eşini evde yalnız bırakıp gitmeye gönlü elvermiyor. Kaderine razı olup kaçmaktan vazgeçiyor. Geçen süre içinde de Çerkez Ethem Yozgata geliyor. Ziraat bankasına bırakılan elli bin liralık senette ismi ve imzası olduğundan ve Çapanoğullarına da akraba olduğundan suçlu görülüp yargılanmak için aranıyor.
Aslında yargılama yapılmıyor, Atatürkün mecliste söylediği gibi, davası sonradan görüşülmek üzere acele ile asılıyorlardı. (Çerkez Ethem adaleti). Çerkez Ethemin kumandanlarından Parti Pehlivan isimli biri yanındaki hempaları ile Hüsnü Efendinin konağını basıyorlar. Hem onu hem de para kasasının yerini bulmaya çalışıyorlar. Bulamayınca kardeşi Şükrü Efendiyi alıyorlar. Şükrü Efendi o zaman 21 yaşında bir delikanlı. Parti Pehlivan, annesi Çerkez Gül Hanıma isteklerini yerine getirmezse Hüsnü Efendinin yerine Şükrü Efendiyi asacağını söylüyor ve adamlarına konağı yakmaları için emir veriyor. Çaresiz kalan Hüsnü Efendinin analığı Çerkez Gül Hanım (benim büyükannem), öz oğlu Şükrü Efendi asılmasın ve konak elden gitmesin diye üvey oğlu Hüsnü efendinin saklandığı yeri Çerkezce Parti Pehlivana söylüyor. Onlarda Hüsnü efendiyi yakalıyor, kasayı boşaltıyor, konağı yağmalayıp yakıyor, Hüsnü Efendiyi alıp götürüyorlar. Kadersiz Hüsnü Efendi ve Kadı Remzi Efendi ilk asılanlardır. Muhakeme edilmeden acele ile Belediye Dairesinin balkonunu tutan iki eliböğründeye asılıyorlar.
Bunlardan sonra ilk yakalananlar ise Sakarya Mektebinden Ziraat Bankasına kadar olan caddenin sağ tarafındaki söğüt ağaçlarına yine sorgusuz asılırlar. Tutukladıkları Çapanoğullarının ailelerini de Sakarya Mektebine hapsederler. Sabah halk uyandığında çok kişinin gece söğütlere asılmış olduğunu görür.
Balkanlarda, birinci dünya savaşında ve istiklal savaşında bulunan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin özel oturumunda madalya ve kahramanlık nişanı ile ödüllendirilen Yozgatlı Nazım Kafaoğlu o günleri şöyle anlatmıştı; Aman Allahım bu ne facia? Bu ne zulüm. Çerkez Ethem isyanı bastırmaya değil, Yozgatı insanı ile malı ile mülkü ile tahribe gelmiş. Ayak bastıkları yerleri tahrip ve yağma ediyor. Sabahın erken saatlerinde Çapanoğlu Büyük Camii yakılıyor diye halk sokaklara dökülmüş, kimin haddine camiye yaklaşmak. Caminin yanına yaklaşan yakayı ele veren en azından dövülüyor, vuruluyor. Ulemadan Erzurumzade Hafız Efendi kelleyi koltuğa alıp Etheme gidiyor. Bu zulme ve yağmaya engel olması için ricada bulunuyor. Ethem haykırıyor; Bu isyanın müsebbibi Ankara valisi Yahya Galiptir. Onu da istedim. Göndermezse, Ankaraya döndüğümde onunla birlikte Mustafa Kemalide meclisin kapısına asacağım.
İşte yukarda arz ettiğim Hüsnü Efendi ağıtı bu olay için yakılmış bir ağıttır. 1920 senesinde idam edilen Hüsnü Efendinin arkasından yakılan bu ağıtı 1960 lı 70 li yıllarda Yozgat düğünlerinde ince saz diye tabir edilen zamanın çalgıcılarından dinlerdik. Gençliğimizden ve cahilliğimizden bir kenara not etmek aklımıza gelmedi. Sandık ki bu insanlar hiç yaşlanmayacak, ebediyen hayatta kalacaklar, bu düzen ilelebet devam edecek. Kaybettiklerimizin değerlerini kaybettikten sonra anlıyoruz maalesef. Yaş kemale erip aklımız başımıza gelince geçmişin peşine düşüyoruz ama geç kalıyoruz. Önümüze çıkan her kapıya başımızı çaldıksa da nafile oldu. Yine de şansım varmış. Halen Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu müdürü olan hemşerimiz değerli kardeşim Habib Coşkunsoy ile yaptığım bir telefon konuşmasında da bu üzüntümden bahsetmiştim. Bir kaç gün sonra beni aradı yukarda yazdığım iki mısrayı tekrarlamamı istedi, tekrarladım. Ben sanki böyle bir şey hatırlıyorum arşivimi bir gözden geçireyim dedi. Bir umutla kendini neredeyse hemen her gün aradım.
Bir hafta sonra arabamla yolda giderken telefonum çaldı. Değerli kardeşim müjdeyi verdi ve ağıtın sözlerini okumaya başladı. Heyecandan elim ayağım birbirine dolaştı, bir kazaya sebep olurum korkusuyla arabayı kenara çektim okuduğu ağıtı tekrar bir kere daha okumasını rica ettim. Heyecanımı anladı ki ben sana mail ile gönderirim şimdilik bu kadar dedi. Dışarıdaki işim iki saat kadar sürmüştü, acele eve geldim bilgisayarımı açtım. Yıllardır peşine düştüğüm Hüsnü Efendi ağıtı karşımda idi. Bu ağıtı 1978 yılında Sayın Ahmet Demirel Beyefendi bizzat Kemancı Mezeliğin İsmail Ağanın sesinden banda kaydetmiş ve Habib Coşkunsoy kardeşime vermişmiş. Bu kayıt yapılmasa idi bir ağıtı daha, çalıp söyleyenlerle birlikte kaybetmiş olacaktık. Habip Coşkunsoy kardeşim sonraki günlerde ses kayıtlarını bir CD. ye kaydederek bana göndermek zahmetinde ve lütfunda da bulundu. Allahın rahmeti üzerine olsun İsmail Ağa, binlerce teşekkür Sayın Ahmet Demirel ve binlerce teşekkür yoğun çalışması sırasında günlerce bıkmadan arşivini tarayan değerli Habib Coşkunsoy kardeşim.
İşte Ceritzade Hüsnü Efendi ağıtı
Aman efil efil eder de Dayılının ekini
Hüsnü Efendi de Büyükcaminin vekili
Hüsnü Efendi öldü kimler olsun vekili
Alırım ahdımı koymam yar sende
Taş başında da ağledin** sen beni
Aman hafif taşlarınan kale yapılmaz
Çıkıp çıkıp yar yoluna bakılmaz
Bir ben ölmeyinen Yozgat yıkılmaz
Alırım ahdımı koymam yar sende
Taş başında da ağledin sen beni
Aman bir taş attım gümbürdesin gölünüz
Ben gidiyom dilsiz kalsın iliniz
Bundan sonra belli olsun akıllınız deliniz
Alırım ahdımı koymam yar sende
Taş başında da ağledin sen beni
Ağıtı okuyunca sizde anlamışsınızdır. Bu ağıt, ağlayıp sızlayarak Hüsnü Efendiyi kaçmaktan alıkoyan eşine kahır için yakılmış.
* Pelesenk; kabuğu yapışkan bir ağaç türüdür. Bu özelliğinden dolayı halk arasında diline pelesenk olmak bir kelimeyi her yerde herkese söylemek anlamına gelir.
* * Ağledin; oyaladın, beklettin anlamında.
Çerkez Gül Hanım Gül Hanımın eşi Nurettin Efendi Ceritzade Hüsnü Efendi
07.08.2013
Yozgat Gazetesindeki köşemde birkaç kez bilen, hatırlayan var mı diye sordum. Yozgata gittiğim zamanlar eşe dosta tanıdık tanımadık büyüklere her fırsatta sordum. Maalesef bir bilen, en azından bazı mısralarını olsun hatırlayan çıkmadı. Kime sordumsa hep yukarıdaki iki mısraı söylüyor arkasını getiremiyordu. Kahırlandım, rahmetli Abbas Sayar ağabeyimin Yozgat var, Yozgatlı yok sözünü hatırlayıp rahmet ve minnetle andım.
Ceritzade Hüsnü Efendi kimdi. Neden bu ağıtın peşine düşmüştüm. Arz edeyim. Benim anne dedem Ceritzade Şükrü Efendidir. Yani Hüsnü Efendinin baba bir anne ayrı küçük kardeşidir. Şükrü Efendi, Yozgatta Mutafoğlu Mahallesinde özün kenarında o zamandan beri akan pınarın yanındaki büyük evde oturur, Dayılı köyündeki arazileri ile de çitçilik yapardı. Şimdi evin tam önünde kocaman sarı renkli bir trafo binası var. Babası Nurettin Efendi Yozgatta Çarşıağası imiş. Çarşıağası; Çarşıyı ve esnafı düzen altında tutmakla görevli, çarşının kamu düzeninden ve özellikle geceleri korunmasından sorumlu görevli kimse. Hüsnü ve Şükrü Efendilerin babası Nurettin Efendinin ilk hanımından çocuğu olmaz, ikinci eşi Hafize hanımı alır. Bu hanımdan Hüsnü Efendi ve iki kız kardeşi Besime ve Vahide hanımlar doğar. Daha sonra üçüncü hanım olarak küçük yaştaki Çerkez kızı Gül Hanımı alır. Bu Hanımdan da benim dedem Şükrü Efendi ve kız kardeşi Zehra Hanım olurlar. Böylece Hüsnü Efendi ile Şükrü Efendi, baba bir anne ayrı iki erkek kardeş olurlar. Gül Hanım, gelin geldiğinde çok küçük yaşta imiş ve Türkçe bilmezmiş. Nurettin Efendi de Gül hanımla evlendikten dört yıl sonra vefat eder. Şükrü Bey dedem üç yaşında yetim kalır.
1916-1917 yıllarında Yozgat Belediye Reisliği de yapan Hüsnü Efendinin, bir türlü yıldızının barışmadığı zamanın Yozgat Mutasarrıfını, Yozgattan başka bir yere tayin ettirmek için kimsenin aklına gelmeyecek komik bir oyunu çok bilinir. Hikâyesi de şöyle anlatılır;
Bir kış günü Yozgat'tan Ankara'ya, yeterli mesafeler içinde iyi koşan atlar hazırlatır. Akşam olup hava kararmaya başlayıp el ayak çekilirken atına biner son hızla Ankaraya doğru yola çıkar. Bu arada para ile tuttuğu ayak takımından üç-beş kişiye de gecenin ilerlemiş bir saatinde mutasarrıfın evini taşlatır. Yol boyunca kendini bekleyen atlarla hiç mola vermeden ve kestirme yollardan yoluna devam eder. Sabah vali bey daha makamına gelmeden Ankaraya ulaşır. Vali bey makamına geldiğinde de elindeki dilekçeyi kendisine takdim edip Yozgat Mutasarrıfından şikâyetlerini sıralar. Bu sırada Yozgat Mutasarrıfının taşlama şikâyeti ile ilgili telgrafı da vali beyin önüne gelir. Ankara Valisi, bir Hüsnü Efendiye, bir verdiği dilekçeye, bir de Yozgattan gelen telgrafa bakar, şaşar kalır. O zamanın imkânlarında, bir adamın, bir gecede Yozgat'tan Ankara'ya gelmesi pek mümkün değil. Hüsnü Efendi de şikâyetini pekiştirircesine Görüyorsunuz efendim, bu şikâyeti de, diğer söyledikleri de tamamen iftiradır der. Vali ne yapsın, en kolay çözüm olarak mutasarrıfı görevden alır. Hüsnü Efendi de muradına erer.
Çapanoğulları başkaldırısı sırasında Ziraat Bankasından alınan 50 bin lira karşılığı tanzim edilen senette onun da imzası vardır.(Bkz. Yozgat Gazetesinde ki köşem. Süleyman Sırrı olayı ve Kocahanoğlunun düşündürdükleri).Çerkez Ethem daha Yozgatı basmadan, Ankara valisi Yahya Galip Beyin Çapanoğullarını haberdar etmesiyle beyler ve bir kısım akrabaları Yozgatı terk ederler. Hüsnü Efendi de telaşlı ve heyecanlı bir şekilde eve gelir hazırlık yapmaya başlar. Şaşkın bir haldeki karısı Zehra Hanımın sen gidersen ben ne yapacağım şeklindeki ağlayıp sızlanmaları onu da şaşırtır. Kaçmakla kaçmamak arasında bocalar. Ata binmek için binek taşına çıkıyor, ata binmişken vazgeçiyor inip eve giriyor, bir süre sonra çıkıp tekrar biniyor. Bu binip inmeler birkaç kere tekrarlanıyor. Sonunda eşini evde yalnız bırakıp gitmeye gönlü elvermiyor. Kaderine razı olup kaçmaktan vazgeçiyor. Geçen süre içinde de Çerkez Ethem Yozgata geliyor. Ziraat bankasına bırakılan elli bin liralık senette ismi ve imzası olduğundan ve Çapanoğullarına da akraba olduğundan suçlu görülüp yargılanmak için aranıyor.
Aslında yargılama yapılmıyor, Atatürkün mecliste söylediği gibi, davası sonradan görüşülmek üzere acele ile asılıyorlardı. (Çerkez Ethem adaleti). Çerkez Ethemin kumandanlarından Parti Pehlivan isimli biri yanındaki hempaları ile Hüsnü Efendinin konağını basıyorlar. Hem onu hem de para kasasının yerini bulmaya çalışıyorlar. Bulamayınca kardeşi Şükrü Efendiyi alıyorlar. Şükrü Efendi o zaman 21 yaşında bir delikanlı. Parti Pehlivan, annesi Çerkez Gül Hanıma isteklerini yerine getirmezse Hüsnü Efendinin yerine Şükrü Efendiyi asacağını söylüyor ve adamlarına konağı yakmaları için emir veriyor. Çaresiz kalan Hüsnü Efendinin analığı Çerkez Gül Hanım (benim büyükannem), öz oğlu Şükrü Efendi asılmasın ve konak elden gitmesin diye üvey oğlu Hüsnü efendinin saklandığı yeri Çerkezce Parti Pehlivana söylüyor. Onlarda Hüsnü efendiyi yakalıyor, kasayı boşaltıyor, konağı yağmalayıp yakıyor, Hüsnü Efendiyi alıp götürüyorlar. Kadersiz Hüsnü Efendi ve Kadı Remzi Efendi ilk asılanlardır. Muhakeme edilmeden acele ile Belediye Dairesinin balkonunu tutan iki eliböğründeye asılıyorlar.
Bunlardan sonra ilk yakalananlar ise Sakarya Mektebinden Ziraat Bankasına kadar olan caddenin sağ tarafındaki söğüt ağaçlarına yine sorgusuz asılırlar. Tutukladıkları Çapanoğullarının ailelerini de Sakarya Mektebine hapsederler. Sabah halk uyandığında çok kişinin gece söğütlere asılmış olduğunu görür.
Balkanlarda, birinci dünya savaşında ve istiklal savaşında bulunan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin özel oturumunda madalya ve kahramanlık nişanı ile ödüllendirilen Yozgatlı Nazım Kafaoğlu o günleri şöyle anlatmıştı; Aman Allahım bu ne facia? Bu ne zulüm. Çerkez Ethem isyanı bastırmaya değil, Yozgatı insanı ile malı ile mülkü ile tahribe gelmiş. Ayak bastıkları yerleri tahrip ve yağma ediyor. Sabahın erken saatlerinde Çapanoğlu Büyük Camii yakılıyor diye halk sokaklara dökülmüş, kimin haddine camiye yaklaşmak. Caminin yanına yaklaşan yakayı ele veren en azından dövülüyor, vuruluyor. Ulemadan Erzurumzade Hafız Efendi kelleyi koltuğa alıp Etheme gidiyor. Bu zulme ve yağmaya engel olması için ricada bulunuyor. Ethem haykırıyor; Bu isyanın müsebbibi Ankara valisi Yahya Galiptir. Onu da istedim. Göndermezse, Ankaraya döndüğümde onunla birlikte Mustafa Kemalide meclisin kapısına asacağım.
İşte yukarda arz ettiğim Hüsnü Efendi ağıtı bu olay için yakılmış bir ağıttır. 1920 senesinde idam edilen Hüsnü Efendinin arkasından yakılan bu ağıtı 1960 lı 70 li yıllarda Yozgat düğünlerinde ince saz diye tabir edilen zamanın çalgıcılarından dinlerdik. Gençliğimizden ve cahilliğimizden bir kenara not etmek aklımıza gelmedi. Sandık ki bu insanlar hiç yaşlanmayacak, ebediyen hayatta kalacaklar, bu düzen ilelebet devam edecek. Kaybettiklerimizin değerlerini kaybettikten sonra anlıyoruz maalesef. Yaş kemale erip aklımız başımıza gelince geçmişin peşine düşüyoruz ama geç kalıyoruz. Önümüze çıkan her kapıya başımızı çaldıksa da nafile oldu. Yine de şansım varmış. Halen Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu müdürü olan hemşerimiz değerli kardeşim Habib Coşkunsoy ile yaptığım bir telefon konuşmasında da bu üzüntümden bahsetmiştim. Bir kaç gün sonra beni aradı yukarda yazdığım iki mısrayı tekrarlamamı istedi, tekrarladım. Ben sanki böyle bir şey hatırlıyorum arşivimi bir gözden geçireyim dedi. Bir umutla kendini neredeyse hemen her gün aradım.
Bir hafta sonra arabamla yolda giderken telefonum çaldı. Değerli kardeşim müjdeyi verdi ve ağıtın sözlerini okumaya başladı. Heyecandan elim ayağım birbirine dolaştı, bir kazaya sebep olurum korkusuyla arabayı kenara çektim okuduğu ağıtı tekrar bir kere daha okumasını rica ettim. Heyecanımı anladı ki ben sana mail ile gönderirim şimdilik bu kadar dedi. Dışarıdaki işim iki saat kadar sürmüştü, acele eve geldim bilgisayarımı açtım. Yıllardır peşine düştüğüm Hüsnü Efendi ağıtı karşımda idi. Bu ağıtı 1978 yılında Sayın Ahmet Demirel Beyefendi bizzat Kemancı Mezeliğin İsmail Ağanın sesinden banda kaydetmiş ve Habib Coşkunsoy kardeşime vermişmiş. Bu kayıt yapılmasa idi bir ağıtı daha, çalıp söyleyenlerle birlikte kaybetmiş olacaktık. Habip Coşkunsoy kardeşim sonraki günlerde ses kayıtlarını bir CD. ye kaydederek bana göndermek zahmetinde ve lütfunda da bulundu. Allahın rahmeti üzerine olsun İsmail Ağa, binlerce teşekkür Sayın Ahmet Demirel ve binlerce teşekkür yoğun çalışması sırasında günlerce bıkmadan arşivini tarayan değerli Habib Coşkunsoy kardeşim.
İşte Ceritzade Hüsnü Efendi ağıtı
Aman efil efil eder de Dayılının ekini
Hüsnü Efendi de Büyükcaminin vekili
Hüsnü Efendi öldü kimler olsun vekili
Alırım ahdımı koymam yar sende
Taş başında da ağledin** sen beni
Aman hafif taşlarınan kale yapılmaz
Çıkıp çıkıp yar yoluna bakılmaz
Bir ben ölmeyinen Yozgat yıkılmaz
Alırım ahdımı koymam yar sende
Taş başında da ağledin sen beni
Aman bir taş attım gümbürdesin gölünüz
Ben gidiyom dilsiz kalsın iliniz
Bundan sonra belli olsun akıllınız deliniz
Alırım ahdımı koymam yar sende
Taş başında da ağledin sen beni
Ağıtı okuyunca sizde anlamışsınızdır. Bu ağıt, ağlayıp sızlayarak Hüsnü Efendiyi kaçmaktan alıkoyan eşine kahır için yakılmış.
* Pelesenk; kabuğu yapışkan bir ağaç türüdür. Bu özelliğinden dolayı halk arasında diline pelesenk olmak bir kelimeyi her yerde herkese söylemek anlamına gelir.
* * Ağledin; oyaladın, beklettin anlamında.
Çerkez Gül Hanım Gül Hanımın eşi Nurettin Efendi Ceritzade Hüsnü Efendi
07.08.2013
07.08.2013
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ