A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

BİR NESRİN ÖĞRETMEN

4+4+4 yasası gereği ikiz erkek torunlarım 5,5 yaşında okula başladılar. Daha torun torba sahibi olmadan öğretmen dostlarımızla yaptığımız sohbetlerimizde “Milli Eğitim Müfredatımızın” 7 yaşına uygun olmadığını duyardım. Torunlarım olunca hem öğretmen dostlarımın etkisi ile hem de kendi talebelik günlerimin tecrübeleri ile onları 8 yaşında okula başlatmayı düşünüyordum. Olamadı, yeni yasa ile bir oldubittiye getirilip minicik çocuklar okula başlatıldılar. Ne okullarımız ne öğretmenlerimiz buna hazırlıklı değildi. Devlet okullarında 40 kişilik sınıfları duyunca epey bir para ödeyerek iki çocuğu da özel okula kaydettirmek zorunda kaldık.

Evde ve gittikleri yuvada beli lastikli eşofman türü pantolonlarla dolaşan, giysileri bizim yardımımızla giydirilen bu kuzular, beli kemerli önü fermuarlı pantolonlarla yapamadılar. Hepsinin okulda bir yedek çamaşırı oldu. Oldu ama yine de ilk aylarda zaman zaman ıslak külotla geldiler. Torunlarım yeni yasanın şanssızlığına uğramışlardı ama biz gerçekten çok şanslı imişiz ki Nesrin Durmaz Hanımefendi gibi çok tecrübeli çok sabırlı gerçek bir eğitimci öğretmen ile karşılaştık.

Sınıfındaki 20 öğrenciye öncelikle bir anne şefkati ve sevgisi gösterdi. Daha önce yuvaya giden birçok öğrenci, benim torunlarım gibi okulu da yuva gibi sandılar. Teneffüsler çok az, hiç oyun oynamıyoruz diye şikâyet ettiler. Torunlarımdan birisi o yaşta arkadaş edindiği bir kız öğrenci ile birlikte sınıftan kaçıyorlarmış. Onları alıştırana kadar çok uğraştı Nesrin Öğretmen. Asla kızmadan azarlamadan sabırla.

Okulumuzda yüzme havuzu da var. Bu minicik çocukları yine bir anne şefkati ile soyuttu, kuruladı, giydirdi. Şimdi yarıyıl tatiline birkaç gün var. Nesrin Öğretmenin 3,5 yıldır sürdürdüğü bu özverileri sayesinde iki torunumda bilgili, terbiyeli, saygılı ve hümanist iki delikanlı olma yolunda ilerliyor ve öğretmenlerinin takdirini kazanıyorlar.

Okullar tatil olunca Nesrin öğretmen gelecek yıl yine birinci sınıftan başlayarak başka yavrulara annelik edecek. Ayrılığın sızısını şimdiden duymaya başlayan torunlarım, sık sık öğretmenimiz neden gelecek yıl da bizimle olmuyor? Bu yıl da İngilizceye, Almancaya, Din bilgisine, ekoloji dersine, görsel sanatlara, drama‘ ya, müzik dersine başka öğretmenler geliyor yine öyle olamaz mı diye sızlanıyor. Onları almaya okula gittiğimde görüyorum ki Nesrin öğretmeninde içine düşmüş bu sızı. 1952 yılında, yani bundan altmış küsur yıl önce Ankara Anafartalar caddesindeki Atatürk ilkokulunda öğretmenim olan Cennetmekân Bedia Subaşı’nın da içine böyle bir sızı düşmüş müydü acaba? Mutlaka, diye cevaplıyorum kendi sorumu.

Nesrin öğretmeni de böyle üzüntülü görünce boş bir dersinin olduğu gün ve saatte bana bir randevu vermesini rica ettim. Çok duygulu bir sohbetimiz oldu. Ben sordum o anlattı. Buyurun kendi anlatımı ile Nesrin öğretmen.

Hatay İlk öğretmen okulundan mezun oldum. Eskişehir Anadolu Üniversitesinde eğitim ön lisansı yaptım. Çok sevdiğim öğretmenlik mesleğine mecburi hizmetim gereği, Güneydoğu Anadolu’nun bir köyünde başladım. Köyümüz, anayol üzerindeydi, ulaşım sıkıntısı çekmiyorduk ama okulumuz ve öğrencilerim imkânsızlıklar içindeydi. O yıllarda okul kıyafeti siyah önlük beyaz yaka idi ve çok da güzeldi. Bu kıyafetle bilhassa büyük şehirlerdeki okullarda zengin, fakir çocuk görüntüsü olmuyordu. Benim çocuklarımın hepsinin ayaklarında kışın buz gibi olan siyah lastik ayakkabılar vardı. Soğuktan kendilerini koruyacak giysileri de yoktu. Okul çantaları yoktu. Defterlerini kitaplarını, boyunlarına astıkları, evde dikilen bez çantalar içinde taşırlardı. Okulumuzda görevli olmadığı için sınıfın her şeyinden biz sorumluyduk. Erkenden okula gider öğrenciler gelmeden odun sobasını yakar sınıfı ısıtmaya çalışırdık. Beslenme saatinde süt tozundan gayri bir şey yoktu. Bundan, soba üstünde süt pişirip öğrencilerimize verirdik. Onlarda evlerinden getirdikleri ekmeği katık yapar karınlarını doyururlardı. Bu öğrenciler küçük yaştan itibaren hayatı dolu dolu yaşadıkları için yaşlarından daha olgundular. Bir yandan okul bir yandan aileleri tarlada çalışmaya gittiğinden evdeki bazı işleri yapmak, küçük kardeşleri ile ilgilenmek de görevleriydi. Çok sakindiler, saygılıydılar ancak duygularını ifade etmekte zorlanırlardı. Bu gün sahip olduğumuz hiçbir iletişim aracı okulumuzda yoktu, yani onları özendirecek hiçbir şeyimiz yoktu, ama okula gelmek onları çok mutlu ederdi. Çünkü burada çok güzel bilgiler ediniyor, güzel arkadaşlıklar kuruyorlardı. Bu yüzden okuldan ayrılmak istemezlerdi.

Müsait olduğumuz zamanlar çocukların ailelerini ziyaret ederdik. O kadar mutlu olurlardı ki ne yapacaklarını şaşırırlardı. Yazın kuruttukları meyvelerden ikram ederlerdi. Evdeki küçük çocuklar bizi görünce korkar, kaçıp saklanırlardı. Sağlık memurları zaman zaman köylere gelip aşı yaptıklarından bizi de iğneci sanırlardı.

İki yıl görev yaptığım bu okulda öğrencilerim arasında çok zeki olanlarda vardı. Onlarla daha fazla ilgilenmek ve ben mezun etmek isterdim ama mümkün olmadı. Eş durumundan İstanbul’a nakil yaptırmam icap etti. Emekli olduğum 1996 yılına kadar öğrencilerimle çok güzel günler yaşadım. Hayatımın en mutlu anları öğrencilerimle birlikte olduğum saatlerdir. İşimi ve çocukları çok sevdiğim için öğretim camiasından kopamadım. Emekli olduktan sonra da farklı özel okullarda mesleğime devam ediyorum.

Geçmişte yaşadıklarım ile bu günü kıyasladığımda şimdiki öğrencileri çok şanslı görüyorum. Teknoloji ile iç içeler, medeniyetin her nimetinden istifade ediyorlar. İstedikleri her bilgiye kolayca ve çok hızlı bir şekilde ulaşabiliyorlar. Çok güzel imkânlarda yaşıyorlar ne mutlu.

Öğretmenliğin bir gönül işi olduğuna inanıyorum. Öğrencilerimin bilgili, saygılı, paylaşımcı, yardımsever birer genç olarak yetiştiklerini görmek en büyük mutluluğum. Tekrar dünyaya gelsem yine öğretmen olurum diye düşünüyorum.

18.01.2016


OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ