A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

BİR GÜZEL HABER

6 Aralık 2014 günkü Yozgat Gazetesinde şöyle bir haber vardı;
Yozgat'ın Sarıkaya ilçesinde esnaflık yapan hayırsever bir vatandaş her yıl olduğu gibi bu yılda köylere dört bin adet çam fidanı dağıttı.

İlçede esnaflık yapan Abdullah Karataş, isimli vatandaş, köylere 10 yıldır fidan dağıtımında bulunduğunu söyledi. Karataş, "Bu işler gönül işi, biz bu fidan dağıtımını Allah rızası için yapıyoruz. Köylere dağıttığımız bu fidanların kurumaması için muhtar ve köy halkına büyük görevler düşüyor. Her yıl olduğu gibi bu yılda köylerimize dört bin adet fidan dağıtımı yaptık. Fidanların bakımı ve sulamasını zamanında yaparlarsa kısa sürede büyüyerek köylerimizin ve doğanın yeşil bir görünüme kavuşmasına vesile olacaklar." dedi.

Yazıkaplancı köyü muhtarı Yalçın Güngör’de Abdullah Karataş’a teşekkür ederek, "Sağ olsun sayın Karataş her yıl köyümüze ve çevre köylere fidan dağıtıyor. Bu yıl ben yüz çam alarak köyümüzün mezarlığına, okul bahçesine uygun olan yerlere dikimini yaptım. Bu tür fidan dağıtımlarının ağaçlandırma çalışmalarına büyük katkısı sağlıyor." diye konuştu.

Değerli okurlar, bundan güzel zekât olabilir mi? Düşünün bir kere, verilen zekât, alan tarafından tüketilmiyor. Yani yenilip içilmiyor, giyilip eskitilmiyor. Gittikçe büyüyor. Sadece bir kişiye, bir aileye veya bir hayır kurumuna faydalı olmuyor. Gittikçe büyüyen bir arazide gölgesi ile oksijeni ile yağmuru ve nemi ile daha sonra kerestesi ile yüzlerce insana, hayvana hatta belki de bir coğrafyaya fayda sağlıyor. Ne yüce bir düşünce. Çam ağacı yaz kış yapraklarını dökmeyen bir ağaç yani hiç durmadan canlılar için elzem olan oksijeni üretiyor. Olgun bir mavi ladin’in aynı anda yüz kişinin soluduğu oksijeni ürettiğini okumuştum. Sayın Abdullah Karataş Bey tek başına ormanlar yaratıyor.

Bende apartmanımıza yönetici olunca yedi dönüm kadar olan bahçemizi ağaçlandırmak istedim. 1993 yılında orman bölge müdürlüğünden adedi beş liradan aldığımız 5 adet çam ile adedi yirmi liradan aldığımız iki adet mavi Ladin’i bahçemize dikmiştik. Geçen yirmi iki yılda kocaman oldular. Daha sonra Kuşadası’ndan aldığım altı adet limon Selvi’yi arabamın bagajında getirip diktim. Onlarda kocaman oldular. Elimizi sürünce limon kokuyorlar. İlan panosuna “çocuklar sizin de bir dikili ağacınız olsun” duyurusuyla onların ebeveynlerinden getirdikleri küçük meblağlarla yüzden fazla ağacığımız oldu. Bahçemiz şimdi çam ormanı görüntüsünde hem oksijen üretiyor hem yanımızdaki yoldan geçen araçların gürültüsünü kısmen de olsa önlüyor.

Bu vesile ile kısa bir bilgi arz etmek istiyorum. Ülkemizde yıllarca ceviz ağacı dikilmemiş. Kendiliğinden yetişen ceviz ağaçları da sincapların kargaların sayesinde olmuş. Nedeni hurafe bir korku, “ceviz diken çabuk ölür”. Bir korku da “ceviz ağacının dibinde uyunmaz” inanışından geliyor. Ceviz ağacı sülfür gazı salgılar. Havadaki diğer gazlardan daha ağır olduğu için aşağı doğru çöker ve cevizin altında oturanı sersemletir. Bu söz oradan geliyor. Halkta yanlış bir kanaat olarak yerleşmiş. Üstelik sülfür gazının ozon tabakasını tamir etme özelliği var. Sırf bu sebepten dolayı dünyadaki ceviz ağacının sayısının artırılması gerekiyor. Ülkemiz içinse ceviz önemli bir gelir kaynağı. Cevizin gövdesi mobilya yapımında kullanılırken yaprakları da tababette kullanılmaktadır. Dünyanın en kaliteli cevizleri bu topraklarda yetişiyor. Ve biz tükettiğimiz cevizin yarısından fazlasını Amerika'dan satın alıyoruz. Ne acı değil mi? Ceviz ağacı gövdesi en kaliteli ağaçtır. Ülkemizde ceviz ağacının hızla azalmasının bir sebebi Avrupa'da başlayan ceviz dipçikli silah ve ceviz mobilya modasından dolayıdır. Bir de gizliden gizliye kesilen asırlık ağaçlar var ki onların hikâyesi çok şaşırtıcıdır. Belli bir yaşa ulaştığında sökülen yaşlı ceviz ağaçlarının kökleri arasında geniş ve düz bir taş çıkınca "hazinelerin yerini belli etmek için koymuşlar" efsanesi yayılır. Yalova, Düzce, Kastamonu ve Trabzon'da yüzlerce asırlık ceviz sökülür. Tabi ki hazine bulunmaz. Çünkü bu taş, ceviz ağacının kökü, dibe doğru uzamasın yanlara yayılıp daha çok su ve mineral alabilsin diye için konuluyordu.
Ben gazetedeki haberden Sayın Karataş’ı bu yönüyle tanıdım. Meğer ilçede 15 adet de çeşme yaptırmış. Sarıkaya'da 30 yıldır esnaflık yaptığını belirten Sayın Karataş, çeşme kültürünün yaşatılması gerektiğini belirterek "İmkânlarım ölçüsünde topluma yararlı işler yapmaya gayret ediyorum. Küçükken nohut, mercimek yolmaya babam ve kardeşlerimle tarlaya giderdik. Getirdiğimiz bidondaki su bitince ben tekrar 2 kilometre uzaklıktaki köyümüze gidip tarlada çalışan babam ve kardeşlerim için su getiriyordum. Kendi kendime çok düşündüm bu bölgede neden bir çeşme yapılmasın diye. Çok şükür geç de olsa yıllar sonra bu dileğimi yerine getirdim." diyor, tevazu ile.

Yaptırdığı çeşmelerden en fazla bölgede otlatılan hayvanların faydalandığını ifade eden Sayın Karataş, "Bölgemizde bir araziye yaptığımız çeşmeden Karakışla, Menteşe, Doğansaray, Emirbey ve Kürkçü köylerinin hayvanları faydalanıyor. Bunların yanı sıra uçan kanatlılar ya da sürüngen gibi birçok canlı yine bu sudan içiyor. En büyük sevap bu olsa gerek. İnşallah rabbim ömür verdiği sürece bu tür çeşme yaptırmaya devam edeceğim." diyerek hayır hasenat yaparak arkalarında bırakmak isteyengönlü geniş insanlarımıza da örnek oluyor.

Gösterdiği azim ve duyarlılıktan dolayı Sayın Abdullah Karataş Bey’i kutluyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum. İnanıyorum ki Allah ve peygamber katında da karşılığını bulacaktır. Sağlıklı bir ömür diliyorum. Elleri dert görmesin.

14.02.2015
OKUR YORUMLARI
Veli köksal
16.02.2015 20:58:00

Abdulkadir Bey, bu gazeteyi okurken sayfanıza uğrmadan geçemiyoruz. Yazılarınızı okurken Suzan hanımın yorumlarını merakla takip etmek alışkanlık oldu. Sizin merak ettiğiniz gibi, inanın bizlerde, yazmadığı zaman merakta kalıyoruz. Suzan kardeşimizin yorumları bizlerede bir kaç satır yazma hevesi, cesareti veriyor. Bu hefes, cesaret vesilesi olmadığı zaman belki bazı takipçileriniz yorum bırakamıyor diye düşünüyorum.

Herkes evinin önünü süpürse şehir tertemiz olur. Herkes evinin önünü yeşertse dünya yem yeşil olur. Çünkü rüzgar ve uçan kuşlar ekim dikimin yardımcılarıdır.Bu yardımmcılara bu fırsatları en azından bir ağaç dikerek yardımcı olmamız gerekir. Birimiz bir yılda bin olacaktır. ""hayat verdiğin sürece hayat bulursun. Yok ettiğin an, ölen sen olursun""" bu sözü çok beğendim ve doğru buldum.

Doğanın değerini bilen tüm dostlara hürmetler.Kaleminiz var olsun.

Mehlika Filiz Ulusoy
16.02.2015 12:55:00

Abdülkadir Bey,
Ben de Abdullah Karataş Bey'i bu hizmetleri için candan kutluyorum. Sizin de bahçenizi donatmanız çok güzel. Bir daha gelebilirsem bahçenizi özel olarak gezeceğim. Ancak korkum şu ki sürekli ağaçları katleden bir hırsın eli, Abdullah Bey'in ağaçlarını da yok etmesin!
Saygılarımla

SUZAN
15.02.2015 22:35:00

Sayın Çapanoğlu, böylesine kutsal bir vazifeyi örnek göstererek yazınızda vurgulayarak hepimizin yerine getirmesi çok zor olmayan bu görevi hatırlattığınız için Allah sizden ve sizin gibi doğa dostu insanlardan razı olsun.Peygamberimiz (S.A.V) bir hadisinde şöyle buyurmuş."Kıyamet koparken elinizde bir fidanda olsa toprağa dikin"Ağaç dikmenin ne kadar önemli olduğunu bu hadis tüm açıklığı ile vurgulamaktadır. Yani ölüm anında olsanız bile elinizdeki fidanı dikin diyor. Kabirdeki cesedin kabir azabını dindirmek için mezarın başına yaş bir çubuk dikerek azabın azalacağını beyan etmemiş midir? Biz ne güzel bir peygamberin ümmetiyiz. Allahıma şükürler olsun ki bu güzellikler bizlere ulaştı. fakat bizler layık ümmet olabildik mi?

Evlenirken bir ağaç dikmiş olsak eminim ki o ağaç yeşil kaldığı sürece tüm kötü enerjileri dağıtacaktır. Çocuk doğunca bir ağaç dikmiş olsan yine aynı şey söz konusu. her güzel ve kötü olayda bir fidan yeşertmiş olan insanın ayağına taş değmez diye düşünüyorum. Dikili ağacı olanın amal defteri kapanmaz. Çünkü insan öldüğü zaman zikredemez, ibadet edemez. Ama dünyada bıraktığı bir canlı onun için zikreder, dalına konan kurt, kuş, gölgesinde dinlenen canlı, meyvesini yiyen kanlı, toprağa her sonbaharda dökülen yaprakları yeni bir canlıya hayat değil midir? Bundan büyük ibadet olur mu? İnsan, ahiretin tarlası dünyada bir ağaç dikmemişse, dikileni kesmişse hangi cennette yer bulacak? Hadi cennete Allah'ın Mağfiretiyle girdin ağaçsız cennet cennet olur mu? demem odur ki,dünyada ne ektiysek, ne ettiysek öbür dünyada onu bulacağız. Rabia Hz leri demiş ya;" Herkes cennetine otağını, cehenneme ateşin topağını kendi eliyle taşır"

Çok mu zor? Evdeki meyve sebze atıklarını, meyve çekirdeklerini farklı bir poşete toplayıp çöpe atmak yerine bir çukur açarak içine atmış olsak. Yada belediyeler bu çöpleri ayrı toplayıp dere kenarlarında açılan çukurlara dökmüş olsalar. Her yer bağ bostan olmaz mıydı? Piknikte yediğimiz meyve çekirdeklerini poşetlere bağlayıp atacağımıza bir çukura gömüp dönmüş olsaydık gelecek yıl bir bahçede piknik yapmanın zevkine varmaz mıydık?

geçenlerde bir yazıda okudum. Doğaya bırakılan her tohum, insan elinin ulaşmadığı yerde; doğa kendi kendine bakımını yapar; Yani, yetimi bağrına basarmış.

Çok mu şey kaybederiz, bir dere kenarından geçerken, bir yol boyunda yürürken bir dal koparıp kuru bir toprağa gömersek? Kaç dakikamızı alır? Çöplerden beslenen, artık yiyen kara kargalar kadar insanoğlu yaşadığı şu dünyaya vefalı olamıyorsa bunun vebalini nasıl ödeyip cennete gidecek?

Bahçemiz yok diye bu sorumluluktan kurtulamayız. Ekecek tarlamız yoksa bir avuç toprak dolduracak saksı da mı yok?Evlerimizin önlerini, pencerelerimizin camlarını, sehpalarımızın üstlerini rengarenk çiçekler süslese hanelerimiz her daim bahara erse ne sinir kalır ne stres. Kötü enerji evlerimize giremez. Evlerimizde sürekli zikreden varlıklar olduğundan bereket çoğalır. Sürekli radyasyona maruz yaşadığımız yuvalarımızı bitkilerle korumuş oluruz.
Ne yazık ki evlerimizi plastik sahte çiçekler süsleyeli kanser denen illet hanelere yerleşti. Bitki yetişmeyen yerde hayat olur mu? Evlerimizde bitki yaşamıyorsa bilelim ki bizde çok fazla yaşamayacağız.

İzmir'den Yozgat'a giderken hep düşünmüşümdür. Eğeyi geçince İçanadolu toprakları bozkırlaşıyor. Çocukluk yolculuğumdan hatırlıyorum. sanki, önceleri daha yeşildi. Yakıldı, kesildi adına bozkır dendi. Allahaşkına orman bakanlığı ne işe yarıyor? Görevleri sadece kesmek mi? neden bu dağ-bayır ağaçsız? Buralarda ceviz, elma, armut,badem, ayva, erik, fıstık çamı, limon çamı,iğde, söğüt,... daha nice ağaçlar yetişmez mi? Fıstığın, cevizin,kabak çekirdeğinin... kuruyemişin fiyatları el yakıyor. Fakir fukara yiyemiyor. Fakir deyince gülümsedim. Böyle bir ülkede topraklar bomboş duruyor ve bizim halkımızda fakirlik üst düzeyde. Allah, bu ülkede yaşayanlardan Afrikadakilerin hakkını soracaktır eminim.

Allah nice niğmetler vermiş. Toprağı vermiş. El-ayak vermiş. Efendim bu insanlar yoksullukdan göç ediyor. Neresi, nesi yoksul anlamakta güçlük çekiyorum. Bence tembellikten göç ediyoruz. Ege bölgesinde halâ Rumların yetiştirdiği zeytinlerden ürün alınıyor. Çoğu binalaşma kurbanı oldu. Biz Türkler daha bir zeytin ağacına sahip değiliz. Oysa bu vatanı bizim atalarımız kanlarıyla sulamadılar mı? Üzülerek ve utanarak gerçeği söylüyorum ki; Kanla sulanan bu topraklarda biz müslümanlar, müsübetlerin yetiştirdiği ağaçlarla besleniyoruz halâ. Kahvaltı sofralarına koyduğumuz, yağını sıktığımız bu ağaçları Rumların torunları bir kaç yılda bir gelip ziyaret ediyor ve dedelerinden kalan hatıraları okşayıp-sevip gidiyorlar. Ben anlamadım Abdulkadir bey, galiba bizim dinimiz sadece dilimizde. Hırıstiyanlık onların dilinde, İslâm ise onların elinde eyleminde.

Rabbimden dileğim odur ki, şu güzel dinimizin tüm güzelliklerini tümüyle yaşama ve eyleme geçirebilme idrâkını biz müslümanlara yaşatmayı kısmet eylesin de Müslümanlar zulmetten ve zulümden kendini kurtarsın.Gönlümüzde kaynasın, dilimizde çağlasın, elimizde hayat,hayatımızda eyleme amele ersin.

Sözün özü yine bana şöyle düşündürdünüz ve düşüncelerim şöyle bir cümlede ses oldu " Hayat verdiğin sürece hayat bulursun. Yok ettiğin an, ölen sen olursun."

Dua ve hürmetlerimle eşinize ve şahsınıza Selamlar...

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ