A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

BİR 18 MART YAZISI

Tarih 18 Mart 1963. Pazartesi gecesi, Çanakkale de istiklal İlkokulu’nun oldukça büyük müsamere salonundayız. 18 Mart Çanakkale zaferimizi kutluyoruz.. Çanakkale Lisesinde kurduğum 40 kişilik halk türküleri korosu ile Çanakkale ve kahramanlık türküleri çalıyoruz, söylüyoruz. Ben, kardeşim Haluk Çapanoğlu, kadim arkadaşım rahmetli Erdoğan Sezgin ve Nurhan Bora kardeşlerim bağlama çalıyoruz, Ahmet Yurdatap kardeşim darbuka ile bize eşlik ediyor. Arkadaşım Rıza Nur Yücel’i maestro yaptık koroyu idare ediyor.

Bizim programımız bittikten sonra Çanakkale Milletvekili ve Maliye Bakanı Osman Şefik İnan Beyefendi sahneye çıktı, tam iki saat konuşma yaptı. Mecliste de 7 saat ile rekor kendisindeymiş. Konuşması uzayınca salonda bulunan halkın canı sıkılmaya başladı. Konuşmasına devam etmek için yakın gözlüğünü takıp önündeki kâğıda her baktığında izleyicilerden aaa! Sesleri yükselmeye başladı. Bu sesleri duydu mu duymadı mı bilmiyorum nihayet konuşmasını bitirdi. Sıra kısa oyunumuza geldi.

Oyunun bir sahnesinde yerde oturmuş vaziyette bir köylü kadını (Yücel kardeşim) kucağındaki yaralı oğluna bakarak uğunuyor. Yerde de şehit olmuş birkaç Türk askeri var. Hiç unutmam anasının kucağında yatan yaralı asker sınıf arkadaşım Hüseyin Daldal idi. O zamanlar ufacık tefecik, saçlarında da hafiften beyazlıklar olduğundan ihtiyar adam derdik. Yıllar sonra birden öyle bir boylandı heybetlendiki değme pehlivanlardan daha gösterişli oldu. Yerde yatan ölü askerlerden birisi yine 50 yıllık kadim sınıf arkadaşım rahmeti Erdoğan Sezgin. Bu sahneye Yunan askerleri girecekler, tam onlar girerken de bir zamanlar TRT nin ünlü spikeri Erkan Oyal kardeşim (1968 – 1982 TRT Haber Merkezi) Türk askeri olarak sahneye girecek ve Yunan askerlerini öldürecek. ( Tesadüfe bakınız ki, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Ecevit'in açıklamalarından sonra ilk şehit düşen erlerin haberini veren spiker de Erkan Oyal olmuştu)

Sahne etkili olsun diye Erdoğan’ın ağabeyi kardeşim Tunay Sezgin’in ( Bkz. önceki yazımlarımdaki bizim imam) av tüfeği ile ben ateş edeceğim. Bir gece önce Tunay gazete okurken Erdoğan 4 adet fişek hazırlıyor. Fişekleri hazırlarken Tunay’a soruyor “bu kadar barut yeter mi” diye. Oda fazla ses çıkarsın diye gazeteden başını kaldırmadan “biraz daha koy” diyor. Çift tapalı 4 adet fişeği Erdoğan bana verdi, ikisini namluya sürdüm, ikisini de yedek olarak gömleğimin göğüs cebine koydum. Ben sahneyi tam bilmediğim için sahneyi hazırlayan edebiyat öğretmenimiz Süheyla Özbek Hanımefendi’ye “hocam siz işaret verince ben tüfeği patlatayım” dedim. O da “Erkan sahneye girerken yapacaksın” dedi.
Ben hazır bekliyorum, Erkan’a gir deyince ben iki el ateş ettim. Kapalı salonda öyle bir ses çıktı ki sanki top patladı. Namlunun ucundan alev ve duman fışkırdığını gördüm, kulaklarım uğuldadı. Seyircilerden çığlık atanlar oldu salon karıştı. Bu karışıklıkta Erkan sahneye girmeyi unuttu. Arkasından itiverdiler. Erkan’ın girişi geç olunca ben ikinci fişekleri koyuyordum ki Süheyla Hocam bir şey söylemeden sadece koluma yapıştı. Baktım sapsarı olmuş. Bu sahneler bitip ortalık sükûnete erince yine bana sıra geldi. Fıkralar anlatacak taklitler yapacaktım.

Motorlu araçların daha her şehirde olmadığı bir dönemde İstanbul’a gelen doğulu bir vatandaşımız, İstanbul nasıl diye soran hemşerilerine, gördüğü marş yerine önden çevrilen kol demiriyle çalışan kamyonu şöyle tarif ediyordu;

“Valla gardaşım gettim İstanbul’a çalıştım çalıştım bir yıgiin parettim. (bir yığın para kazanmış)
Ne ki makine gordüm, önündeki ağri demir dönende kıçından pır pır gaz attiri.

Soyka tekerler tozu dumana gattıri. Öyle gorktum ki kaçtım kaçtım geldim”….. Diye başladım anlatmaya.

Ben bunu kendi şivesi ile anlatınca en önde oturan Lise müdürümüz Kenan Pakel Hocamızın eşi birden gülme krizine girdi. Gülmesi bir türlü bitmiyor, öyle ki yüzü morarmaya başladı. Kenan Bey’de telaşlandı. Bende korktum. Devam etsem mi etmesem mi öylece kaldım. Arka tarafta oturanlar ne olduğunu bilmedikleri için bana bakıyorlar bende boş boş onlara bakıyorum. Neyse kriz geçti hepimiz rahatladık. Sonraki günlerde aklıma geldikçe düşündüm, hocamız neden kendine hâkim olamadı bu kadar güldü diye. Tüfekten çıkan o müthiş sesin yarattığı korku ve heyecan geçmeden ben böyle komik bir taklit yapınca herhalde sinirleri boşaldı dedim.

Neyse uzatmayım, gecemiz bitti misafirler bizlere teşekkür edip dağılmaya başladılar. Süheyla Hocam bana, “iki patlama yetmezmiş gibi baktım cebinden öbürlerini çıkarıyorsun, kulaklarım tıkandığındanımdır o heyecanla ancak kolunu tutabildim” dedi. Sahneden inen başı sargılı ve kırmızı mürekkep boyalı Erdoğan bana, “ne biçim patladı be, yattığım yerde sıçradım valla” diye marifetini gülerek anlatırken, ilkokulun müdürü ile bizim mürdümüz Kenan Bey’in sohbetine şahit oldum. Şöyle diyordu ilkokulun müdürü; “Kenan Bey’ciğim sandalyeler yetmeyince müstahdemi çağırıp bodrumdan başka sandalyeler getirmesini isteyecektim. Müstahdemi çağırmak için parmağımı tam zil butonuna koymuştum ki patlama ile aklım başımdan gitti, zil patladı sandım, ödüm koptu.”

Ertesi günü tarih dersinde hocamız rahmetli Sabahattin Bey (Maalesef soyadını anımsayamadım) sözlü imtihan yapmak istedi ve not defterinden bir numara okudu, 777. Benim numaramdı. Şaşkın bir vaziyette ayağa kalktım çalışmamıştım ki. Hocam beni görünce “ha sen dün gece müsameredeydin, otur” dedi. Tesadüf bu ya sonraki numara Ahmet’in numarası idi. O da ayağa kalkınca ona da “ha sende oradaydın otur” dedikten sonra sınıfa dönerek, “çocuklar arkadaşlarınız dün gece bize muhteşem bir gece yaşattılar, milli hislerim galeyana geldi” dedi ve gece ile ilgili epey bir şeyler anlattı. Sonra imtihana devam etmek için birkaç numara okudu. Onlar da orada olmadıkları halde “hocam bizde korodaydık” demezler mi. Önce kısa bir şaşkınlık geçirdi sonra “anladım bütün sınıf oradaymış” diyerek tecahül-i arif yapıp (*) ( bilip de bilmezlikten gelme) sözlü imtihandan vazgeçti. İşte bizim 18 Mart Çanakkale zaferini anmamız böyle olmuştu. Geçmiş zaman odur ki hayali cihana değer.

(*) Tecahül-i arif sanatını Tarih Hocamız rahmetli Sabahattin Bey’den öğrenmiştik. Şöyle ki; Baybo lakaplı Atilla ismindeki arkadaşımız bir gün ilk derse geç kalmış, müdür muavininden derse giriş izin kâğıdı alarak sınıfa girmişti. Tarih dersimizde Sabahattin Bey sınıfa girip yoklama defterini imzalarken Atilla’ya seslenerek “senin evrakın nerede” diye sordu. O da oturduğu sıradan ayağa kalkarak masa üzerindeki yoklama defterini gösterip “onun içinde hocam” dedi. Sabahattin Bey defteri açıp baktı sonra “gel buraya göster nerede” dedi. Atilla kürsüye gitti izin kâğıdını gösterdi. Sabahattin Bey kızdı “Bana tecahül-i arif yapma, ben sana imtihanı-ı evrakiye’ni soruyorum” ( Yazılı imtihan kâğıdı) dedi. Atilla, “bilmiyorum hocam ben size vermiştim” deyince Sabahattin Bey “ Hadi ordan, hadi ordan” diyerek onu azarladı. Dersten sonra Atilla’ya sordum hoca ne demek istedi diye de “ imtihandan çıkarken yazlı kâğıdımı cebime koyup çıkmıştım onu soruyor” diye cevap verdi.

22.03.2014
OKUR YORUMLARI
mahmut erdem
24.03.2014 14:19:00

selam can abim ne denebilir ki anlatım güzeliğinden mi, nedir göğsümden bir duygunun göz sulanmamla hallolduğunu hisettirdi ,evet günümüzde hocalarımızda biraz olsun nasiplenseler de yetiştirdikleri oğrencilerine yeterli derecede okudunuz sizler ara elaman olacaksınız gibi sözlerle çocuklarımızın gelecek özlemiyle oynamasalar diyebildim.. saygılarımla.. hoşcakalın..

Şakir ŞEN
22.03.2014 21:06:00

Her zamanki gibi güzel üslup, sürükleyici anlatım. Yüreğinize sağlık Sayın ÇAPANOĞLU....

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ