Değerli okurlar, önceki yazımda Mustafa Kemal Paşa Bandırma Vapuru ile Samsun’a giderken güvenliğini sağlayan askerlerden “Kıdemsiz Çavuş İbrahim İzzet Oğlu Atıf Efendinin”, Türkiye Cumhuriyeti’nin Sri Lanka Demokratik Sosyalist Cumhuriyeti nezdindeki Büyükelçisi kuzinim (büyük halam cennetmekan Rakibe Hanımefendinin torunu) Rakibe Demet Şekercioğlu’nun eşi Rodos Başkonsolosumuz Sayın Atıf Şekercioğlu’nun dedesi olduğundan bahsetmiş ve bu yolculuğun hikayesini yazmıştım.
Bu yazımda yine “Kıdemsiz Çavuş İbrahim İzzet Oğlu Atıf Şekercioğlu” ailesi ile ilgili buruk bir hikâyeyi Sosyolog Sayın Şükrü Aslan’ın arşivinden çıkarıp bazı ek bilgilerle yine sizinle paylaşıyorum.
1938 yılında çıkarılan Dersin isyanında henüz 8-9 yaşındayken katliamdan kaçıp ormana saklanan “Kürt kızı Huriye (Aslan)”, askerler ormanı bastığı sırada amcası, yengesi ve kuzenleri kaçtılar ama o kaçamadı. Askerler tarafından yakalandı. Öksüz kalan çocukların korunması amacıyla devletçe subay aileler arasında paylaştırılmaları sırasında O’da iki asker eşliğinde ve uzun süren tren yolculuğuyla Samsun’da adını bilemediğimiz bir subay ailesinin yanına gönderildi.
Evin hanımı çok kötü biriydi. Merdiven başında battaniye verdi. Bir katını altıma serdim, bir katını üstüme. Mutfakta yemek yiyordum. Evin hizmetçisine talimat verirdi. ‘Kürt kızının bulaşıklarını bizim bulaşıklarla yıkama, ayrı yıka’ derdi. Kendimi öldürmek istedim, taş olsa çatlardı, toprak idim dayandım" diye anlatıyordu.
1938’deki Dersim isyanında Huriye, bu evdeki baskılara sadece birkaç ay dayanabilir. Sonra buradan kaçarak Türkan, Nurhan ve Ayhan adlarında üç kız çocuğu olan ve evinde daimî olarak iki askerin hizmette bulunduğu yine ismi bilinmeyen bir subayın evine gönderilir. Huriye Hanım bu subayı da hiç görmemiş. “Kürt kızı” olarak nitelendiği bu evde yemeğini ayrı bir sofrada yemiş, bulaşıkları evin bulaşıklarından ayrı yıkanmış, çamaşırları aile üyelerinin çamaşırlarıyla temas ettirilmemiş. Dayanamamış bu evden de kaçmış, dışarıda kalmış, polisler tarafından yakalanmış ve “sahibine iade edilmek” üzere karakola götürülmüş.
Şöyle söylüyor; “Polislere yalvardım, beni bir daha o eve götürmeyin diye, umudum yoktu, ölmek istiyordum.” Babacan polis müdürü de Huriye’yi aynı eve göndermekte ısrarcı olmamış. “Seni başka birine vereceğim” diyerek ona yeni bir ev sahibi bulmuş.
Bir süre sonra hali vakti yerinde, iyi giyinmiş, zengin bir adam gelmiş karakola. Polis müdürüyle kısa bir sohbet etmişler ve çocuğu alıp gitmiş. Dersimin kayıp kızı artık Sultaniye Caddesi, No 15’teki bu yeni evin “evlatlığıdır. Sonradan adının “Atıf Şekercioğlu” olduğunu öğrendiği bu adam, Samsun’da şeker ürünleri üreten bir iş adamıdır. Edirnelidir aslında. Atatürk ’ün Samsun’a çıktığı vapurda onun da çavuş rütbesi ile bulunduğu yönünde bilgiler vardır. (Bkz. https://www.yozgatgazetesi.com/a-kadir-capanoglu/19-mayis-in-yildoenuemuene-a-bandirma-vapurunun-hikayesi-152829.html)
Atıf Şekercioğlu’nun üç çocuğu vardır: Sermet, Ünal, Meral. Ünal ve Meral 1934 doğumlu ikiz çocuklardır. 1930 doğumlu Sermet, Galatasaray Lisesinde öğrencidir o yıllarda. Atıf beyin eşi Hayriye Hanım “Kürt kızına karşı merhametlidir. Huriye, 1939-1944 yılları arasında tam beş yıl bu evde kalır. Sonra tesadüfler onu bu uzak coğrafyada Samsun’da Dersimlilerle buluşturur. Kendisiyle aynı dili konuşan insanları görmüştür. Bu, bir rüyadır Huriye çocuk için. Tanımadığı bu insanların peşlerine düşer, kendini tanıtır, akrabalarını arar.
Annesi, babası, kardeşi olmayan ve gerçek anlamda da bir kayıp olan “Kürt kızı Huriye”, 1947 yılında sürgündekilerin dönebileceğiyle ilgili yasal değişiklik yapılınca bu evden yaklaşık bir ay süren mahkeme sürecinin sonunda hâkim kararıyla ayrılıp memleketine geri gelmiş ve yeniden kendi kökleriyle buluşmuş. Kendi ifadesiyle “artık milletine kavuşmuştur”. Oradan Amasya’daki akrabalarının yanına götürülür. İki yıl sonra da yine Dersim sürgünü başka bir ailenin çocuğuyla evlenir ve 1947’de İskân Kanununda yapılan değişiklikle yeniden kutsal saydıkları Dersim’e dönerler.
67 yıl sonra, “Dersim’in Kayıp Kızları” belgeseline hikayesini anlatan Huriye Hanım, bir gün yeniden Atıf Şekercioğlu ailesiyle temas kurabileceğini büyük olasılıkla tahmin edememişti.
Şimdi artık 80’li yaşlarında olan Huriye hanıma, Samsun’da evlerinde kaldığı Meral hanımla (Atıf Şekercioğlu’nun kızı) görüşeceği söylendiğinde inanamamıştı. Dudaklarından dökülen ilk sözcükler vefa duygusuna işaret ediyordu. “Ben, onların ekmeğini yedim, suyunu içtim, onların evinde büyüdüm” diyebildi ağlayarak.
25 Mayıs 2011 Çarşamba günü, kendisini karşılamak üzere apartman kapısına kadar inen Meral Hanımla kucaklaşmaları ve uzun uzun birbirlerinin yüzlerine bakmaları, ellerini tutmaları, sesleri ve sessizlikleri hüzünlüydü. Asansöre birbirlerine tutunarak bindiler. Meral Hanım, Huriye Hanımın ayakkabısını çıkarmasına yardım etti. Sonra yan yana oturdular, uzun uzun sarılarak.
67 yıl geçmiş aradan. Tek tek hatırlanan herkes konuşuldu. Atıf bey, eşi Hayriye Hanım, oğlu Sermet Bey artık yaşamıyorlardı. Ünal hanım ve ikizi Meral Hanım yaşıyordu. Meral Hanım 1957’de evlenmişti. Onun da çocukları ve torunları vardı. Atıf beyin zenginliği yıllar önce bitmişti.
Huriye hanımın geldiği üç katlı evlerindeki ilk yıllar konuşuldu. Albümler getirildi. Fotoğraflara bakıldı sırayla. Huriye okula gönderilmemiş ama çocuklar okula giderken öğrendiklerini evde Huriye ablalarına öğretmişlerdi. Yaz aylarında çocuklar denize girerken Huriye de “ayaklarını denize sokmuş.” Meral hanım, Huriye ablalarının çalışkanlığını anımsıyor: “Çamaşır yıkardı, yemek yapardı.”
Meral Hanım “Babam, Kürtlere ayrımcılık yapmazdı” dedi. “Dükkanımızı Kerim adında bir Kürt işçimiz vardı, o açar, kapatırdı”. Bir de sokakta çalışan bir Kürt kunduracıyı hatırlıyor. Dilaver adındaki bu Kürt genç, Meral Hanıma göre Huriye ile akrabalarının buluşmasını sağlayan kişi.
Sohbet derinleşti. Meral hanımın özenle hazırladığı sofrada geçmişe dair her şey konuşuldu. En merak ettiğimiz evde Dersim hakkında konuşulanlar. “Annem babam asla bizim yanımızda bir şey konuşmazlardı” diyor Meral Hanım. “Ama sonraki yıllarda biz büyüyünce bir şeyler konuşuldu. Dersim’de isyan çıkmış, oradan insanları götürmüşler diye öğrendik. Ama Huriye ablanın Dersim’den getirildiğini hatırlıyorum o yıllarda” diyor.
Oğlu Prof. Dr. Şükrü Aslan ise annesinin hikayesini, “Annem, 2010 yılında yayınlanan Dersim’in Kayıp Kızları belgeselindeki kayıp aktörlerden biriydi. Bütün ülke 1938’de kız çocuklarının kaybedildiğini, subay aileleri arasında paylaştırıldığını bu vasıtayla öğrendi 90’lı yaşlarında kaybettik annemi, cenazesi İstanbul'da yapılan törenin ardından Dersim’e Pülümür’e bağlı Salördek Köyü'nde toprağa verildi diyordu.
Huriye’nin gündelik hayatına ilişkin aklınızda kalanlardan biraz söz etseniz diyoruz. Rutin şeyler anlatıyor Meral Hanım. Çalışkan, sevimli, güzel... Fakat bu rutin içinde öyle bir cümle vardı ki, sadece bu hikâyenin değil, bütün bir ömrün özeti gibiydi: “Samsun’da her uçak geçtiğinde Huriye abla telaşla masanın altına saklanır, uçağın sesi bitene kadar ürkek bir şekilde orada beklerdi.