A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

BALIK TUTMAK NEYİME, KAN DAMLAR YÜREĞİME

Gazetede köşe komşum Sayın Mustafa Topaloğlu yazısına “Ervah-ı ezelde” diye başlamış. Okuyunca içim cız etti. 50 yıllık kadim arkadaşım, kardeşim Erdoğan Sezgin ile ne zaman bir araya gelsek karşılıklı çalar söylerdik.

Ervah-ı ezelde levh-i kalemde
Şu benim bahtımı kara yazmışlar
Bilirim güldürmez devr-i alemde
Bir günümü yüz bin zara yazmışlar

Arif bilir aşk ehlinin halini
Kaldırır gönlünden kil-ü ka’lini
Herkes dosta vermiş arzuhalini
Benimkini ürüzgara yazmışlar

Olaydım onlara ikbal-i yaver
El etse sevdiğim acep el ne der
Bilmem tecelli mi yoksa ki kader
Beni bir vefasız yâre yazmışlar

Döner mi kavlinden sıtk-ı sadıklar
Dost ile dost olur bağrı yanıklar
Aşk kaydına geçti bunca âşıklar
Sümmani’yi bir kenara yazmışlar.

Bitirince ikimizde bağlamalarımızı bırakırdık çünkü Sümmani’nin bu deyişinden sonra başka bir şey çalınamazdı.

Ervah-ı Ezel: Ruhlar Yaratılmadan Önce. Levh-i Kalem: Alın yazımızın yazıldığı levha. Kavil: Sözleşme, Anlaşma. Kıll-ü Ka’lini: Dedikodu vesvese. Arzuhal: Dilekler, Beklenti

Sayın Yavuz Top ile yakın hukuku vardı. Bu deyişi çalmayı ondan öğrenmişti. İşyerinin bakımlı bahçesinde ziyafet sofrası hazırladığı bir gün Yavuz Bey’e “Yavuz Hocam biz neden senin gibi çalamıyoruz” diye sormuştu. O da ”aşk olsun Erdoğan’cığım ben günde kaç saat çalıyorum biliyor musun?” diye cevaplamıştı.

Yine bir bahçe ziyafetinde bende sormuştum Yavuz Hoca’ya. “Hocam ötme bülbül deyişini koro eşliğinde ne kadar güzel bir orkestrasyon yapmışsınız, başka çok güzel türkülerimiz var onları neden yapmıyorsunuz? ”diye. Birde İbrahim Tatlıses bizim “dersini almışta ediyor ezber” türkümüzü güzel bir düzenleme ile orkestra eşliğinde söylemişti

Erdoğan’ı 1 Ağustos 2009 tarihinde kaybettim. Silivri de yazlıkta 2 yaşındaki torunlarımıza nezaret ediyorduk. 31 Temmuz gecesi cep telefonum çaldı. Aceleden yakın gözlüğümü takamadığım için arayanın kim olduğunu da göremedim. Efendim, diye açtım. İnce bir ses ölüyorum dedi. Şaşırdım kimsiniz dedim? Benim Kadir ağa ölüyorum dedi. Erdoğan sen misin diyebildim. Çünkü bir dayım birde Erdoğan ara sıra da kardeşim Haluk bana Kadir ağa diye hitap ederlerdi. Benim dedi. Ne oldu, neredesin diye sordum. Çanakkale de Güzel yalıdayım, ölüyorum dedi. Sakinleştirmeye çalıştığım kısa bir konuşma yapabildik ve telefonu kapattık. Erdoğan da mesane kanseri çıkmış zor bir ameliyat geçirdikten sonra kemoterapi uygulanmıştı. O gece arabama atlayıp gitmem gerekiyormuş, son konuşmamız olabileceğine ihtimal vermedim, düşünemedim. Acı haber tez duyulur derler, ertesi günü ölüm haberini aldık. Ailecek hemen yola koyulduk ama ne fayda. O, son dakikalarında bile beni aramayı sesimi duymayı arzu etmişti ama ben işin vahametini kavrayamamıştım.

Eşi de akrabam olduğu için sık sık kardeşimin ailesi ve yakın bir iki arkadaş ve akrabalar ile yemekte bir arada olurduk. Güzel içerdi Erdoğan. Ve çakırkeyif olunca da şunu söylemeden yapamazdı “Biz okuldayken Kadir ağadan korkardık, ama niye diye sorarsanız sebebi yok.” Hâlbuki kavga ettiği zaman gözü hiç bir şey görmezdi. Türkiye’nin en büyük kimyevi madde üreticisi olan ve ismi herkes tarafından bilinen bir firması dürüstlüğüne inandığı için kendisini zorla İstanbul ve Trakya başbayii yapmıştı. İyi para kazanıyor, yedirmeyi içirmeyi seviyordu.

Kastamonu Cide de güzel bir çektirme yaptırmış ismini çok sevdiği yeğeni Ali’ye izafeten Canali koymuştu. Bakım yaptırdığı çektirmesini denize indirdikleri gün telefon etti. Balığa çıkıyoruz sende gel dedi. Ben de damadım Diş Hekimi Ahmet Danıska’ya telefon ettim. Ben balık tutmayı sevmem. “Oltanın bir ucunda balık, bir ucunda bir alık” deyimi nereden duyduysam beynime kazınmış kalmış. Erdoğan’ı kırmamak için gidecektim ama Ahmet severdi oda akşamüzeri muayenehanesini kapatıp geldi. Yeşilköy limandan hareket ettik. Uygun bir yere gelince onun hazırladığı ve hepimize verdiği çaparileri denize saldık. Balık tutmaktan hazzetmeyen benim çaparime her seferde en az 10 istavrit takılıyordu ama ben elimi sürmüyordum, Erdoğan’ın yardımcısı Ömer oltadan çıkarıyordu.

Motoru rölanti de çalıştırarak avlanmaya devam ediyorduk. Oltaya bakarken denizin mazot dökülmüş gibi alaca bulaca rengârenk olduğunu fark ettim. Burada tutacağımız balıklarda çekerken petrole bulanmış gibi olacağından Erdoğan’a başka bir yere gitme teklifinde bulundum. Motora gaz verdi ama tekne yol yapamadı. Bu sefer tornistan yapmayı denedi gene yerimizde saydık. Erdoğan eğilip teknenin kıçından baktı ve “ Ömer uskur yok, düşmüş mü yoksa ”diye bağırdı. Ömer yüzükoyun yatıp baktı “Yok Erdoğan abi uskur yerinde ama dönmüyor ”dedi. Bu arada güneşte batmış rüzgâr biraz kuvvetlenmişti. Başıboş kalan tekne sürüklenmeye başladı. Ben heyecanlandım “Sürükleniyoruz Erdoğan buraya demirleyelim” dedim. “Demirimiz yok demez mi.” Birkaç gün önce birlikte Karaköy’e gidip Kalafat yerinde demirlere bakmıştık hiç birini beğenmemişti. Şimdi demirsiz motorsuz Yeşilköy’ün epey açığında gittikçe kuvvetlenen rüzgârla kalakalmıştık. Demirleyip teknenin başını dalgalara karşı veremediğimiz için dalgayı yandan alan tekne iki yana doğru sallanıyor, bardaklar tabaklar birer birer düşüp kırılıyordu. Ben korku içinde “Erdoğan açığa sürükleniyoruz” dediğimde o da cevap olarak “ “Aman açığa sürüklenelim Kadir ağa, kıyıya doğru olmasın da” deyince korkum daha da arttı.

O kadar sallanmaya başladık ki artık ayakta durmakta zorlanıyoruz. Erdoğan birisini telefonla arayıp yardıma çağırdı. “Yardıma gelecek kişi nereden neyle gelecek dedim.” “Kocamustafapaşadan gelecek, bir arkadaşın kıçtan takma kayığı var o gelir bizi yedekler dedi. Kocamustafapaşa dan o kadar uzaktayız ki o kişi yardıma gelene kadar biz Hayırsız adayı buluruz. Kıçtan takma kayık bizim koca çektirmeyi bu havada nasıl çekecek. Bu düşüncemi söyledim, “Yeşilköy’den birini çağırma şansımız yok mu” dedim. Aklına yattı herhalde, eşine telefon etti ve Yeşilköy limana gidip filancaya durumu anlatmasını hemen gelmesini istedi. Bu arada sağlam kalan tabaklar bardaklar düşüp düşüp kırılmaya devam ediyor, kuvvetlenen rüzgârın yükselttiği dalgaların zerrecikleri de elbiselerimizi ıslatıyor…

Takriben yarım saat sonra büyük bir yat hızla bir cankurtaran gibi suları yararak geldi. Bir ip atarak bizim çektirmeyi yedeğine aldı ama ip bana çok ince geldi. Canımı garantiye almak için Erdoğan’a biz öbür tekneye geçelim teklifinde bulundum. Gelen yatın sahibine bağırarak söyledi ama adamcağız dalgalardan yanaşamıyor ki. En uygun mesafeye gelince her şeyi göze alıp atladım. Ahmet’i de çağırdım. O da bir fırsatını bulup atladı. Rüzgâr artık resmen fırtınaya dönüşmüştü. Saat 17.00 sularında çıktığımız Yeşilköy’e 21.30 sularında ancak dönebildik. Eşi de limana gelmiş heyecanla bekliyordu.

Erdoğan ertesi günü tekneye mekanik ve motor bakım yapan kişiyi çağırttırır. Yeni takılan Hidrolik hortumunun preslenmiş ucundan sızdırdığını fark ederler. Yeni takılan bir hortumda böyle bir sakatlık ancak bizim ülkemizde olur. Birkaç gün sonra kardeşim Haluk’lar da yemekteydik. Hiç unutmam şöyle demişti “ Tuttuğumuz onca balık, tabak, bardak boşa gitti ona yanmam da Kadir ağa bir daha benim kayığa binmez ona yanarım.” O günden sonra eşimle birlikte çok bindik, ama limanda bağlı iken. Yemek yiyip sahilde piyasa yapan Yeşilköylüleri izledik. Sanırım bir yıl sonra 35 bin liraya sattı. Parasını kızı ile eşine paylaştırdı. Çocukluğumuzdan beri birlikte yaşadığımız hepsini yazsam belki bir kitap olacak bir sürü güzel anıyı arkasında bırakarak bir gecede çekip gitti. Çok sevdiği Çanakkale Güzelyalı da toprağa koyduk. Ege seyahatlerimizi Çanakkale üzerinden yaparsak uğrar bir Fatiha bağışlarız. Mekânın cennet, kabrin nur içinde olsun sevgili kardeşim. Neyleyim ki “Ervah-ı ezelde levh-i kalemde, şu senin bahtını kara yazmışlar.”

11.09.2015
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ