Babuna da deli gönül babuna
Koç yiğitlerde sığmaz oldu kabına
Sarı ardıç’ın mor menevşe dibine
Sarılıp da yatmamıza ne kaldı
Silah çatıp yatmamıza ne kaldı.

Cennetmekân babam Muammer Çapanoğlu, pek ender de olsa, ya çok kederlendiğinde ya da keyfi yerinde olduğunda sadece bu kadarını hatırlayabildiğim bu bozlağı söyler, söylerken de gözünden süzülen damlaları saklamaya çalışırdı. Dayımın düğününde de ısrar üzerine yine bu ağıtı söylemiş ve teyp’e kaydedilmişti. Küçük yaşlarda iken bir anlam veremediğim bu gözlemlerim 17-18 li yaşlarımda beni de etkilemeye başlamıştı ama, babamızla aramızdaki resmiyetten dolayı bir şey soramazdık ki. Biz öyle terbiye almıştık. Babamız da bize sevgisini göstermezdi. Bir keresinde kardeşimle birlikte annemize sormuştuk “babamız bizi sevmiyor mu” diye de, annem hiç sevmez olur mu ama öyle yetiştirilmiş, sizi gözünden sakınır diye cevap vermişti. Keyfinin yerinde olduğu bir akşam yemeği sırasında bir dükkânın vitrininde transistorlu küçük bir radyo gördüğümü hayretle söylemiştim. Lambalı kocaman radyoların yerine artık transistorlu radyolar çıkmıştı. Mecmualarda resimlerini görüyorduk, ama daha kimse alamamıştı. Annemize sevgisini sorduğumuzun ertesi günü babam benim gördüğüm radyoyu almış, biz okulda iken öğle paydosunda eve bırakmış çocuklar okuldan gelince verirsin demişti. O akşam ilk defa çekinmeden ve sevgi ile babamızı öpmüştük teşekkür etmek için. Ben bu radyoyu yedek subaylığım sırasında bile yanımdan ayırmadım, 16 yıl gittiğim her yere götürdüm. Çapanoğulları hadisesinden sonra her şeyini kaybeden ailemiz, dedem Muhlis Bey’in (Bkz. Yozgat Gazetesi Bir zamanların Yozgat’ı 03.02.2013 1-2-3 no’lu yazılarım) elinde kalanlarla ve çabası ile biraz belini doğrultmuşsa da dedemin ani ölümü ile Babam İş Bankasına memur olmak zorunda kalmış, gurbette oradan oraya savrulurken yine gurbette vefat etmişti.

Babamın memuriyeti dolayısıyla Amasya’da bulunduğumuz yıllarda şimdi hayatta olan değerli edebiyat öğretmeni Yozgat’lı Cemal Maraşlıoğlu da Amasya Lisesinde hocamızdı Allah sağlıklı uzun ömür versin. Babamı çok sevdiği için sık sık bize gelirlerdi. Bir gece sohbet sırasında ailemizin başına gelenleri kastederek “ağabey hiç üzülmüyor musun?” dediğinde, babam “üzülsen ne fayda, elden ne gelir, mukadderat” diye cevap vermişti. Yine lafı uzattım. 5-6 yıl kadar önce babamı sık sık rüyalarımda görmeye başlamıştım, bana şiirler okuyordu. Şiirler çok hoşuma gidiyor her seferinde rüyamda kendi kendime şöyle söylüyordum; ben bu şiiri aklımda tutarım uyanınca yazarım. Sabah uyanınca bir kelimesi bile aklıma gelmiyordu. Bunu birkaç defa eşime de söyledim. Bir gece kendimi zorlayarak uyandım ve aklımda kalanları acele ile çalakalem yazdım. O kadar karma karışık yazmışım ki sabah uyandığımda yazdıklarımı büyüteçle defalarca kontrol ederek şu mısraları yazdığıma kani oldum.
Hep böyle sürer sandım şu beyhude yazım
Lakin hep nakıs’ta yazılıymış bu çileli bahtım
İkbali ile avunurken muhterem babamın
Avucumdan kayıp gitti ecdad-ı vatanım

Bu mısralar beni çok etkiledi. Hemen anneme telefon ettim. Ağlayarak “evet hep böyle sitem ederdi” deyince daha da üzüldüm. Babam neden hep Babuna’yı söylerdi? Babuna ne demekti? Önce büyüklerime sonra da Yozgat’a her gittiğimde görüştüğüm insanlara sordum bilen çıkmadı. Sonra bir gün Süleyman Sökmen ağabeyim aklıma geldi o mutlaka bilir düşüncesi içinde ona telefon açtım. Tam isabet idi. Değerli ağabeyim “Babuna yiğitleme demektir” diye engin bilgisini bir kere daha ispat etmişti. Telefon konuşmamızı da şöyle bitirmişti; Babuna da yiğitleme adıdır/ Sürmeliler türkülerin tadıdır/ Çapanoğlu havalinin şahıdır/ O zamanları görenleri bi bilsen. Sonra telefon konuşmamızı yeterli görmemiş ki, Yozgat Gazetesindeki köşesinde de bana hitaben yine şu notu yazmıştı.

“Sevgili hemşerim Abdülkadir Çapanoğlu, ben Süleyman Sökmen, ilginiz için çok teşekkür ederim. Babuna "yiğitleme" manasına gelmektedir. Başka sorularınız veya görüşleriniz olursa beklerim. Sevgiler
Süleyman Sökmen -- 24.10.2009 12:34”


Sonraki günlerde yine görüşmelerimiz oldu değerli ağabeyimle, engin bilgisinden çok yararlandım. Hiç beklemediğim bir gün posta ile adıma imzalı üç kitabı geldi.

Değerli ağabeyimin kaleminden buyurun kısaca “babuna’nın hikâyesi”;
Çapanoğlu Hadisesi sırasında Çerkez Ethem’in askerleri ile Yozgat’a geleceği haberi alınınca Yozgat çevresinde siperler kazılmış. Üç arkadaş Deli Veli, Kamuk Asım, Yalıngat Yakup da kendilerince siper kazarlar. Kamuk Asım biraz şakacı olduğundan bulduğu bir kiremit parçası ile koluna onbaşı işareti de çizer. Öğle sıcağında alıç ağacına yaslanmış düşünen Veli birden heyecanlanır. “Bakın la gardaşlar kim aramızdan ayrılıp şehit olursa onu kahraman gibi övelim. Nişanlımıza, ailemize daha fazla özen gösterip ölünceye kadar destek olalım söz mü?”...

Gece nöbeti birkaç saat uzun süren yarı uykulu Kumuk Asım birden fırladı, gözlerinden bir eliyle yaşlarını silerken cebinden yeni bilediği bıçağını çıkardı, bileğine çaldı. Kan bayağı akıyordu, diğerleri şaşırdılar. Bıçağı onlara uzattı, işaretle (sizde kesin gibi) yaptı. Onlarda hiçbir soru sormadan bileklerini kesip ağlaştılar. Kumuk Asım kısa bir konuşma yaptı. Kanlarını karşılıklı olarak emdiler. Hep beraber dediler ki “artık biz kan kardeşiyiz, bizi ancak ölüm ayırır.”

Mermi sandığını mevziye almak için yarı beline kadar dışarı çıkan Yalıngat Yakup oracıkta vurulur. Merminin biri omzuna biri karın boşluğuna isabet etmiştir. Deli Veli ile Kamuk Asım neye uğradıklarını şaşırırlar. Dünyaları kararır. Yalıngat Yakub’u mevziye çekmek isterlerken o eliyle bir yeri gösterir. Gösterdiği yer, hayaller kurup, ocak yakıp et yedikleri, sigara içtikleri, serin gölgeli “sarı ardıç’ın” olduğu yerdir. Mevziden çıkıp Yalıngat Asım’ı sarı ardıç’ın dibine götürürler. Artık ölüm onlara vız gelmektedir. Yakup, zor konuşsa da Veli ile Asım’a “ öldüğüme üzülmeyin, bizim anımız kaybolmasın, ikinizin de sesi çok güzel bana ağıt yakın, türkü söyleyin” diyerek ikisini de öpmek için hamle yapar ama gücü kalmamıştır. Yüz üstüne çakılır ve ölür. Deli Veli ve Kamuk Asım perişandır. Karşılıklı silahlar da susmuştur. Veli, Yakup’u sanki ölmemiş gibi, ardıcın dibine yaslar. Yakamadığı sigarasını tabakadan çıkarır ağzına tutuşturur. Kendileri de yanmayan sigaraları ağızlarına alırlar. Karşılıklı doğaçlamalı aşağıdaki ağıtı okurlar…

Ay dost…
Derildiler derildiler geldiler
Kolumuzu kanadımızı kırdılar
Yurdumuzu Çerkezlere verdiler
Hani yurdum diyen gardaş nicoldu
Top kekilli yiğit gardaş nicoldu

Ay dost….
Babuna da deli gönül babuna
Koç yiğitlerde sığmaz oldu kabına
Sarı ardıç’ın mor menevşe dibine
Sarılıp da yatmamıza ne kaldı
Silah çatıp yatmamıza ne kaldı

Ay dost…
Bize haram oldu bu ilde durmak
Tüfek kabzasında kınalı parmak
Hepimiz ölürüz yurdumuz vermek
Hani yurdum diyen gardaş nicoldu
Kartal gibi o yiğitler nicoldu.


Ay dost….
Aman yaz gelip de yaz ayları doğunca
Bizim burdan göçmemize ne aldı
Sarı çiçek mor menekşe bitince
Top top edip yolmamıza ne kaldı
Silah çatıp yatmamıza ne kaldı


Yakın mesafeden ateş edip Yakup’u vuran Çerkez Ethem’in askerlerinden Ankaralı Çap Hasan, mevzide olanları takip eder. Silahsız ve beyaz mendilini bir ağaç parçasına takar, ağır adımlarla mevziiye gelir. Veli ve Asımla sanki özür dilercesine kucaklaşır ağlaşırlar. Doğaçlama dizelerini de ağlayarak dinleyen Çap Hasan,

Biz buraya can almaya gelmedik
Sonu böyle olacağını bilmedik
Eller gibi ileriyi görmedik
Bizi bize kırdıranlar nicoldu
Top kekilli Çap Hasanlar nicoldu diye tamamlar.

Dizelerini söyledikten sonra Yakup’un soğuk ve cansız vücudunu biraz daha düzeltir, alnından öper. Veli’ye dönerek siz de beni vurabilirsiniz deyince, yine birbirlerine sarılırlar ve hiç konuşmadan Çap Hasan yerine döner……..

Yaşadığı felaketler üzerine 33 yaşında iki çocukla beş parasız gurbete çıkan babam, daha 47 yaşında iken yine gurbette (Çanakkale) vefat ettiğinde kardeşim ve ben lise talebesi idik. Ve benim yaşamadan öldü diye tanımladığım bir yaşamı olan sevgili babam, 1970 yılında katıldığım bir ruhi celse de(*) orada rahat mısın diye sorma gafletinde bulunduğumda, “siz orada huzur içinde olursanız bende burada huzur içinde olurum diye cevap vermişti.” Nur içinde yatsın.

Değerli okurlar, Süleyman Sökmen ağabeyimizin rahatsızlığı nedeniyle telefon ile görüşme şansımızı da kaybettik. Değerli ağabeyime Allahtan şifalar diliyorum.

(*) 1970-1971 yıllarında İstanbul’daki Türkiye Metapsişik Araştırmalar Derneğinin çalışmalarına katılmıştım.

21.04.2014
OKUR YORUMLARI
Mahmut erdem
27.04.2014 13:40:00

selam hocam sevgilerimle hani can dost lar söylemişlerya hani yurdum diyen gardaşlar nerede.???

Mehmet Rauf Aktolga
21.04.2014 20:22:00

Hepsine ALLAH rahmet eylesin. Her birinin hayatından bir roman çıkar.Gerçek hayat hikayeleri çok farklı oluyor. Ben de okudukça hep Edebiyat öğretmenim Sedat beyi hatırlarım. Rahmetli bize çizgi roman okumayı yasaklamıştı. Düşünmeye ve hayal etmeye yer bırakmıyor, diye.

Şakir Şen
21.04.2014 12:15:00

Sevgili Dost, Bir solukta okudum. Yaşam öyküleri de, anlatım da çok güzel. Emeğinize-kaleminize sağlık.

Mehlika Filiz Ulusoy
21.04.2014 12:08:00

Abdülkadir Bey

En güzel yazılarınızdan biri bu, ayni zamanda çok hüzün verici. O günleri görmediğimiz halde bu hüznü, bizlerin de hala yaşadığımıza hayret ediyorum! Belki de büyüklerimiz acılarını içlerine gömmek için bizlerle bu konularda hemen hiç konuşmadılar. Keşke onları konuşturabilseydik. Bu durumda paylaşılan acı azalabilirdi belki.

Saygılarımla

Sibel Oktay
21.04.2014 11:39:00

Pek cok dusunceyi birarada bulduk bu yazinizda...Cok anlamli siirlerde algiladiklarimiz ve bu tarafi o tarafi icice yasamimiz.
Aslinda nereye gidersen git tasiyacagin ruh ayni...
Tesekkurler.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ