A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

ATATÜRK’ÜN SUBAYLARA YAPTIĞI KONUŞMA

Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Atatürk.

Değerli okurlar, yedek subaylığımı 1974 yılında, Kıbrıs Barış Harekâtının yapıldığı aylarda Gaziantep 5. Zırhlı Tugay Topçu Alayı Uçaksavar Bataryası emrinde asteğmen olarak yaptım. “Askerlik Türk milletinin yapısında vardır” derler. “Her Türk asker doğar” sözü de bu gerçeği ifade eder. Ben de o günlerde, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş bir asteğmen olarak bu sözlerin ne kadar doğru olduğunu kendimde yaşayarak gördüm. 
 
Askerlik görevimi özveri ile severek yaptım, çakı gibi bir Türk subayı idim. Orduevi müdürü albay (ismini hatırlayamadım) akrabam hava pilot albay İrfan Uludağ’ın arkadaşı oluğu halde beni de orduevine aldırın gibi bir talebim olmadı. Ilıman bir havada ordu evinin balkonunda kendi halimde bağlama çalarken gören Tugay Komutan Muavini Göktürk Albayımın emri ile o günlerde tugayımızda askerliğini yapan ozan Hilmi Şahballı ile birlikte Halk müziği korusu kurmuştuk. 
 
 Alay nöbetçi amiri olduğum çok soğuk bir kış gecesi cephanelikte görevli askerleri ve başlarındaki Astsubayı zehirlenerek ölmekten kurtarmıştım. Nöbetim sırasında onları, Amerikan barakası koğuşlarında baygın olarak bulmuştum. Bacasız gaz sobasından sızan karbon monoksit gazından zehirlenmişlerdi. Şoförüm camları açarken bende Astsubayı ve erleri kuvvetle sarsarak uyandırmaya çalışmıştım. Astsubay yarım saat sonra ancak kendine gelebilmiş ve olayın vahametini kavramıştı. “Bizi ölümden kurtarmışınız teğmenim, aramızda kalsın lütfen” demişti ama hiçbir şey saklı kalmadı.   
 
Fırat nehrinin Birecik’teki kıyısından kum getirmek gibi birçok görevlerimi de başarı ile yerine getirdiğimden dolayı olacak. Cennetmekan Topçu Alay komutanımız Fikret Emiroğlu Albayım beni Merkez Komutanlığı emrine vererek As-İz subayı yapmış orada da bir odaya yerleşerek Az.İz subayı Üsteğmen Hakkı Bingöl komutanımın emrinde 7/24 görev başında olmuştum. 
 
Terhisime bir ay kala Fikret Emiroğlu albayım beni makamına çağırarak “hizmetinden çok memnun kaldım seni bir ay gönce göndereceğim, terhis belgeni daha sonra göndeririz” deyince göz yaşları içinde elini öpüp veda etmiştim. 1985 yılında İstanbul Eminönü’nde tesadüfen karşılaştık. Yine elini öptüm ve bir süre telefonlaştık. Hiç beklemediğim bir sırada vefat haberini aldım, çok üzüldüm. 
 
Otobüse binmek için otogara gittiğimde bir manga inzibat askerinin orada tertip aldığını gördüm. Hakkı Bingöl Üsteğmenim beni uğurlamak için göndermişti.  Hepsiyle öpüştüm. Otobüs kalkarken esas duruşta selama durdular. Yolcular izlediler. Adana’ya kadar durdum durdum ağladım.  Şimdi emekliliğin tadını çıkaran Hakkı Albayım ile görüşmelerimiz devam ediyor çok şükür. Allah sağlıklı uzun ömür versin.  Severek tamamladığım yedek subaylık anılarım bir hayli fazla. Hatırladıkça yazıyorum. Sonunda MİT başkanı T….. Bey askerlikten sonra MİT’de devam etmem için teklifte bulunmuştu. Yıllar sonra iki okul arkadaşımı MİT’de müdür olarak görünce o yaşlardaki cehaletim ile ayağıma kadar gelen bu fırsatı kaçırdığıma çok üzülmüştüm. Keşkelerimden birisi budur. 
 
Değerli okurlar bu uzun girişi neden yaptım?
 
Mustafa Kemal Paşa, milletvekillerinden oluşan bir heyetle, 27 Temmuz 1920 akşamı, Ankara'dan Batı Cephesine hareket etmişti. Bu seyahati esnasında 31 Temmuz 1920 günü, Afyonkarahisar Kolordu Dairesinde subaylara hitaben bir konuşma yaptı.  Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri adlı dizi yayında nedense yer almayan bu konuşma metnini sizlerle paylaşıyorum.
 
“Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiaten ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.
 
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder. Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.
 
İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüze ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayı mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.
 
Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.
Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak huzuruna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir. Zaman zaman şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vuramayacaktır. Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak -ki milletin vicdani imanıdır- mevcuttur. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulunur.
 
Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; “ordunun ruhu subaylardadır” O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir. Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.
Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. 
 
Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve felsefeleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler. Şahsi ve hususi itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır; Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.
 
Dolayısıyla subay için “ya istiklal ya ölüm” vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!”
 
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun. 
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ