A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

ANTALYA SEYAHATNAMESİ

Değerli okurlar, çok değerli dostlarımız İstanbul Ticaret Odası (İSO) emekli genel sekreter yardımcısı Selçuk Tayfun Ok ve eşi Zehra Ok, her görüşmemizde ısrarla bizi Antalya’ya davet ederek kapatırlar telefonu. Önceki yıllarda iki defa daha misafirleri olmuştuk ama içten davetlerini her konuşmamızda yinelerler. Son görüşmemizde “Antalya’nın en güzel mevsimi Ekim ayıdır mutlaka bekliyoruz” deyince 8-13 günlerine isabet eden Ekimin ikinci haftasını Antalya seyahatimize ayırdık.

Kararımızı bildirince Selçuk Bey, sonraki her telefon görüşmelerimizde yollardaki hız kontrollerine dikkat etmemi salık vererek konuşmamızı sonlandırdı. Hatta son konuşmamızda “toplamda 750 kilometrelik yolun, hız kontrolleri ve molalar dâhil olmak üzere 9-10 saat sürebileceğini, bu nedenle karanlığa kalmak istemezsem sabah 07.00 gibi çıkmamın doğru olacağını” söyledi.

Ne yalan söyleyeyim biraz tedirgin olarak sabah 06.00 da yola çıktık. Emekli olduğumuz için İstanbul da sabahın bu saatinde neler oluyor hiç haberimiz yoktu. Sabahın bu kör karalığında binlerce okul servisi (25 bin okul servisi varmış) ile işçi memur servisleri yolların sağ tarafında sanki bir duvar gibi. Sağ şerit onlar tarafından kapatılmış. El kadar bebeler servislerde uyuyorlar diye söylenirken büyüklerin servislerinde de hanımların ve beylerin uyuduklarını görüyoruz. İçimizden bir isyan sesi yükseliyor “ey yöneticiler sizler makamlarınıza saat 10.00 gibi lüks araçlarınızda ve trafiğin en rahat saatinde üstelik tepenizde çakar lambalarınızla hem de emniyet şeridinden rüzgâr gibi geçiyorsunuz, birde sabahın bu saatinde yola çıkın” diye bağırmak geliyor. Şimdi yerini tam kestiremeyeceğim iki yerde trafik resmen kilitlendi uzun bir süre beklemek zorunda kaldık. Sonunda kendimizi Ankara otobanına atarak bu kalbimizi sıkıştıran karanlık manzaradan kendimizi kurtardık.

Bir taraftan söyleniyor bir taraftan gaza basıyormuşum ki eşimin 140 la gidiyorsun ikazı üzerine 120 km. sürate inene kadar ayağımı gazdan çektim.

Sevgili Selçuk Bey’in “aman Bilecik’ten itibaren hız kontrolüne dikkat” ikazı her an beynimde tekrarlanırken nihayet Bilecik’e vasıl olduk. Bilecik çok soğuk, eşim üşüdü klimayı açtım

Yol kaymak gibi, hakikaten kaymak gibi. Hatta Bilecik’ten Antalya’ya kadar bütün yol böyle kaymak gibi ve sessiz asfalt döşeli. Bu sessiz asfalt aslında daha çok İstanbul’un ihtiyacı ama neden yapılmaz bilmiyoruz. Binlerce aracın motor sesine ilave birde lastik sesi farkında olmadan bizi sinir hastası yapıyor. Hatta lastik sesi motor sesinden daha sinir bozcu. Uykumuz kaçtığında zımpara gibi beyninizi zımparalıyor. Bazen gidip banyoda küvette mi yatsam acaba dediğim bile olmuştur.

Selçuk Bey’in dediği gibi yolda o kadar çok radar ve EDS (Elektronik Denetim Sistemi) var ki bildiğiniz hız limitlerini bu yolda unutun ve kendinizi Allaha emanet edin. Neden böyle söylüyorum? Aracımın torpidosunda benim hazırladığım küçük bir tablo var. Bu tabloda Bisiklet, Motosiklet, Otomobil, Minibüs, Otobüs, Kamyon gibi araç türleri ile bunların Şehir içi, Çift yönlü yol, Bölünmüş Yol ve Otobanlardaki hız tahdidi yazılı. Burada otomobil için yazılanların hiç birine uyum sağlayamadık.

Sabah trafik polisleri ile ilk karşılaşmamız şöyle oldu. Yolun kenarında yönü bize doğru dönük farları “uzun konumunda” yanan bir polis arabası gördük ve hızımı düşürerek yanından geçtim. Epey bir gittikten sonra yolu daraltan konilerin sonunda yine bir polis aracı vardı ve polisler içinde oturuyorlardı.

Aracımızın novigasyonu 90 Km. azami hız gösterirken biz bunu uygulayamadık. Yoldaki levhalar bizi aptal yaptı. Yol kenarına konmuş oldukça büyük sarı bir levhada otomobiller için 110 km hız gösterirken aracımın novigasyonu 90 km. gösteriyordu. Bir tünel girişinden hemen önce yol kenarındaki levha 90 Km. yazıyordu. Mesela şu üçlü levhalar çok yerde var. Kilometrelerce gidiyorsunuz sadece yol işaret levhaları var. Sonra birden karşınıza bu üçlü levhalar çıkıyor. Önce 90 km. levhası hemen yüz metre sonra 70 km. levhası ve yine yüz metre sonra 50 Km. levhası. Ayağınız heyecan içinde hep fren pedalında. Çoğu yerleşim merkezine yaklaşınca yine hız kısıtlaması bölgesi yazısı ile 50 km hız kısıtlaması ama bu hız kısıtlamasının bitiş yeri neresi belli değil. Yani kafana göre takıl. Birde birçok yerde 82 Km. levhaları vardı, neden 80 değil de 82 bir anlam veremedik.

Yol kenarında yere bırakılmış arkası taşla desteklenmiş onlarca “Radar uygulaması levhaları” geçtik. Eşim, yolun sağını kollamaktan yorgun düştü, doğanın güzel manzaralarının farkında olamadı. Yol kenarındaki sahte trafik polisi aracı maketleri de onu epey heyecanlandırdı. Öyle ki üstlerine kırmızı mavi çakar lamba bile takmışlar. Hız kontrolü yapmayacaksanız neden koyduğunuz levhayı kaldırmıyorsunuz? Hangi hızla gideceğimizi bilemediğimiz için 80 - 90 arası gitmeye çalışıyorum. . . Birkaç yerde de bu levhalardan sonra epey bir mesafe kaydettiğimizde yolun sağında bir trafik polisi arabası ve ayakta sohbet eden polisler gördük. Kendimi salak yerine konmuş gibi hissettim. Sayın Abdülkadir Aksu İçişleri Bakanıyken “devlet halkına pusu kuramaz, hız kontrolü yapacağınız yerlerde vatandaşı uyaran levha koyacaksınız” diye emir vermişti Medeni ülkelerde de böyledir. Devlet vatandaşına pusu kurmaz.

Birçok yerde EDS (Elektronik Denetleme Sistemi) var. Denetleme yapıldığı ikaz levhasını görüyorsunuz da ne mesafede denetleme yapılıyor bir türlü keşfedemedik. Ben kendimce şöyle bir çözüm buldum. Hangi şehir yakınından geçiyorsak işi şansa bırakıp o şehrin plakasını taşıyan araçların hızlarına uymaya çalıştım.

Biz bu heyecan ve stresle yolumuza devam ederken dikiz aynasından görmemle kaybetmem bir olan ve yanımızdan mermi hızıyla geçen ki sanırım hızları 250 kilometre vardı BMV, Mercedes, Audi gibi araçların sürücülerinin cesaretine hayran kaldık. “Parama geçer sözüm” diyorlardı herhalde. Şeytan bana da cesaret vermeye çalıştı “sende bas” diye ama ben uymadım çünkü eşim emekli ben emekli.

Nihayet akşamüzeri önce Antalya’ya sonra da Selçuk Bey ve Zehra Hanımın Hisarçandır köyünün orman içindeki Gedeller Mevkiinde yaptırdığı üç katlı ve kot farkından dolayı kazandığı epey büyükçe bodrumlu Ok malikânesine vardık.

Yaşamımız boyunca Antalya’ya çok kere gittik. Çoğu kez turlarla, birkaç kez de dünürlerimiz, çocuklarımız ve torunlarımızla ve minibüsümüzle gittik, hemen her yerini gördük. Selçuk Beylere ilk gidişimiz Ağustos ayı idi. Orman içinde olmamıza rağmen sıcaktan kapı dışarı çıkamamıştık. Dev klima 24 çalışıyordu ama yeteri kadar etkili olamıyordu. Birkaç gün kaldıktan sonra müsaade istedik. Onlar bu sıcağa alışkındılar, belki bizim yüzümüzden denize gidemiyorlardı. Yani onlara da engel oluyor olabiliriz düşüncesiyle izin isteyip ayrıldık.

Tatilimiz çok kısa sürmüş hevesimiz kursağımızda kalmıştı, yolumuzu Yozgat’a çevirdik. Yozgat 18 dereceydi. Dünya varmış dedik. Musluktan akan su buzdolabından çıkmış gibiydi ve gece yorganla yatıyorduk. Bir hafta kalıp İstanbul’a dönmüştük.

Yazımın girişinde bahsettiğim gibi Selçuk Bey İstanbul Ticaret Odasında Genel Sekreter yardımcısıydı. İşi gereği dünya da gitmediği hiçbir ülke kalmamış hemen her yerini görmüştü. Sohbetlerinde hemen her konudaki genel kültürü ile karşısındaki ile hemen yakınlık kuran birisiydi. Ticaret odası ile ilgisi olan olmayan üniversite bilim adamları ile çok iyi ilişkiler kurmuş astları tarafından da çok sevilen çok alçak gönüllü ve kibar bir insandı.

Yöreyi de iyi inceleyen, özelliklerini iyi bilen iyi bir Antalyalıydı. Araştırmaları sırasında Gedeller mevkiini de keşfetmişti. Orman içindeki bu bölge halen de Antalyalılar tarafından pek bilinmiyor, bu yüzden komşuların hepsi yabancı ve çoğunlukla Alman. Çok güzel villalar yaptırmışlar.



Selçuk Bey 2006 yılında arsayı aldı ve hemen hazırlıklara başladı. İnşaatı iki yılda bitirmeyi planlıyordu. Hafriyattan itibaren her aşamayı fotoğraflıyor ve İstanbul Yeşilköy’deki evlerine ziyaretlerimizde bize de gösteriyordu. İnşaat hakikaten iki yılda bitti hem de eşyasıyla, yerleşilmesiyle. Ticaret odasındaki iş disiplini burada da kendisini belli etti.



Evin iç dekorasyonu ve eşya seçimi de eşi Zehra Hanımın ve kardeşi Cemal Bey’in çabalarıyla oldu. Tripleks olan malikânenin direk bahçeye açılan iki yatak odalı ve çalışma odalı katı sadece misafirler için.

Emekli olduğu 2014 yılına kadar yıllık izinlerinde geldikleri evlerine önce deneme mahiyetinde kış aylarında da kaldılar. Orman içi olduğundan kış üşüyecek kadar serin olunca otomatik yüklemeli bir kömürlü kalorifer kazanı ile o işi de hallettiler. Kalorifer tesisatı bina inşa edilirken yapılmıştı zaten. Artık yaz kış Antalya da kalıyor ara sıra da Yeşilköy’deki evlerine geliyorlar.



Bahçede, içinde ayrıca kuluçkalıklar ( Selçuk Bey doğum evi diyor) bölümü olan çok büyük bir kümes var. Birkaç odalı gecekondu gibi. İçinde ve bahçede otomatik suluklar ve yemlikler var. “Ben bir yere gitsem bir hafta kümes kendi kendini idare eder” diyor Selçuk Bey.

50 den fazla tavuk ve horoz var. Neden elliden fala diyorum, “ben artık iğne filan yaptırmıyorum, buraya veteriner getirmek zor, tabiatın kendine bıraktım o kadar çok doğup ölüyorlar ki artık saymayı bıraktım” dedi. Bir çift “altın sülün” var, çok güzeller. Koyu kırmızı gövdeleri ve altın rengi başları ve uzun kuyruklarıyla göz alıyorlar. 10 kadar bıldırcın var, çok ürkekler. Epey bir güvercin vardı onlar ne oldu diye sordum. Kedilere sansar ya da gelincilere kaptırdık dedi. Üç adet gurk tavuk var, civcivleriyle dolaşıyorlar. Bir çift hindi var. Hindi çoktu ama çok aptal bir hayvan, sulukları deviriyor etrafı çamur ediyorlar civcivlerin üzerine basıyor öldürüyorlar, bu yüzden iki tane bıraktım diyor Selçuk Bey. Sabah kümesi açıp hepsini bahçeye salıyor. Bahçe yemyeşil. Çeşitli meyve ağaçları var. Birkaç tavuk bahçeye sığmıyor, duvara çıkıp üzerindeki çiti de aşıp kaçıyorlar akşama kadar dolaşıp hava kararmaya başlayınca gittikleri yoldan geri dönüyorlar. Hint horozları gibi uzun boyunlu oldukça dik ve diri gövdeli atletik görünüşlü tavuklar. Öbür göbekli kalçalı anaç görünümlü tavuklar bunu yapamazlar.

Gıdaklamalar saat 08.00 gibi başlıyor. Selçuk Bey diyor ki “bazıları çok hanımefendi çok gıdaklamadan sessizce yumurtluyorlar. Bazıları doğum yaparken ortalığı ayağa kaldıran şımarık kadınlar gibiler.” Bir hafta kokusuyla, rengiyle gerçek doğal yumurta yedik.



Bir şeye çok güldüm; Selçuk Bey, tavuklara koçanında kurutulmuş mısır veriyor. Bahçeye atıyor. Tavuklar mısırı didikleyip tanelerini yerken alışkanlıkla yine toprağı eşeliyorlar. Öyle programlanmışlar.

Biz karı koca Marmaris’i sevemedik, Antalya’yı da sevemedik. Yani bir tatil şehri olarak bize hiç cazip gelmedi. Isısı ve nemi ile esnafı ile gereğinden fazla büyüklüğü ile bize hep itici geldi. Biz Antalya’ya, tüm yüreğimizle sevdiğimiz Zehra-Selçuk Ok ailesi ile doyasıya sohbet etmek hasret gidermek için gittik.

Antalya’ya varışımızın ertesi günü Pazar kuruluyormuş, hanımlar pazara gitmek istediler. Selçuk Bey’in SsangYong marka pick-up’u ile sabah serinliğinde şehre indik. Araç, kapalı kamyonet ama otomobil rahatlığında ve çift kabinli.

Hanımları pazara bıraktıktan sonra bizde vakit geçirmek için eski sanayideki akraba Bekir Bey’in marangoz atölyesine gittik. Atölyeye girerken uzunlamasına yer kaplayan yapıştırma makinesi hemen dikkatimi çekti. Çay hazır, hemen bardaklara kondu. Atölye de iş yok oturuyorlar. Bekir Bey de işsizlikten şikâyet ediyor. Artık tüm mobilyalar fabrikasyon oldu, fiyatları da uygun, bize ihtiyaç kalmadı, ancak özel ölçü ile bir şey yaptırmak isteyenler geliyor diyor.

Çaylarımızı içtikten sonra biraz etrafı dolaşalım diyerek atölyeden çıktık. Çok geniş bir alanı yaya olarak dolaştık. Birkaç tanıdık esnaf ile selamlaşıp hal hatır sorduk. İşyeri sahipleri dükkânlarının önünde oturuyorlar. Aylardır böyle oturuyoruz, koca bir yazı böyle geçirdik, bahar gelince alışveriş başlardı, evini boya badana yaptıranda mı yok diyorlar. Eski sanayi de caddeler de boş ve sakin. Arabalar, kamyonetler dükkânların önünde park etmiş öyle duruyorlar.

Şehirde yabancı turist yok, ya da beklenenin çok altında. Sahil şeridindeki oteller dolu şehrin içi boş. Esnaf da bundan çok şikâyetçi. Emin Çölaşan da 15 gün izinden sonra yazdığı ilk yazısında kafa dinlemek için gittiği otelde bin kadar Rus turist olduğunu, yiyip, içip denize girdiklerini ve hiç şehiri gezmeye çıkmadıklarını esnafında şikayetçi olduğunu yazıyor. Ben esnafını da sevemedim. Bir şey soruyorsun lütfen cevap veriyor, konuşmaya dermanları yok. Sürücüler ve bilhassa taksici esnafı çok saygısız, hep kendilerini öncelikli görüyorlar yani benciller. Kuşadası’na bir gitsinler gerek taksici esnafının, minibüsçü esnafının, özel araç sahibi sürücülerin centilmenliklerini, yayalara nasıl öncelik tanıdıklarını bir görsünler isterim. Bütün 09 Aydın plakalı araçlar ve sürücüleri böyle. İstanbul ve sair plakalı araç sürücüleri de ortama uyuyorlar.

Konyaaltı ve plajları daha güzel olmuş. Bazı yerleri daha kullanılışlı daha estetik hale getirilmiş. Akşam serinliği başlayınca mütevazı bütçeli orta yaş ve yaşlı eşler çok miktardaki banklarda denizi seyredip sohbet ediyorlar. Bizde uzaktan izledik mutlu olduk.

Danıştay 9. Daire emekli başkanı kuzenim Cengiz Divanlıoğlu ve zarif eşi kardeşimiz emekli mimar Ülkü Divanlıoğlu bizi bir sosyal tesiste akşam yemeğine davet ettiler. Tesisten istifade edenler burasıda keşfedilirse kupon arazi olarak satışa çıkarılabilir korkusu ile ismini deşifre etmek istemediklerinden bende yazmıyorum. Aslında biz onları Gedeller’e davet etmiştik ama birkaç gün sonra Ankara’ya dönmek için hazırlık yaptıklarından ve vakit darlığından şehirde buluşmayı arzu ettiler bizde Selçuk Beylerle birlikte davete icabet ettik. Kuzenimle aynı yaştayız ve çocukluğumuzdan beri kardeş gibiyiz, bu yüzden gece çok güzel geçti. Bazen bu günden, bazen geçmişten bahsederek, bazen güldük, bazen duygulandık. Selçuk Beylerle daha önceden tanıştıkları içinde gecemiz çok güzel geçti.

Gecenin serinliği ve denizden gelen nem ile eşlerimiz üşüdüler, yanlarında getirdikleri şallara sarınarak bir sürede böyle oturduktan sonra saat 22.30 da kalktık. Sevgili kuzenim ile sarılarak veda ettik. Mesafe biraz uzak, birazda yavaş gelince ancak 23.30 da evin önüne geldik. Köylünün bakmadığı tüm köpekleri Selçuk Bey’ler sahiplenmişler. Hepsine isim koymuşlar. Arabamızın motor sesini duyan köpekler hemen kapının önünde toplanmışlar. Birde yılkıya bırakılan katır var. Evin bahçe duvarının önünde sanırım 10 kadar plastik kap var ve hepsinin yemek kabı ayrı. Evden çıkarken Selçuk Bey onların yiyeceklerini arabaya koymuşmuş meğer. Biriktirdiği kemikleri de paylaştırıyor. Hepsi sabırla kendi payına düşeni bekliyor. Daha ilk gün eşim ve bende saatlerce başlarını okşamıştık. O kadar sevgiye açlar ki biri sağımızda öbürü solumuzda iki elimizle ikişer ikişer okşuyoruz. Okşama uzun sürünce öbürleri geliyor sevdiklerimizin yerini alıyor yeter artık der gibi. Köpekleri çok özleyeceğiz.

Ertesi gün Enişte Muharrem Bey’in Serik yolu üzerinde Belek’e yakın Abdurahmanlar kasabası yakınındaki köy evine misafir olduk. Köye giderken yolumuzun üstündeki Paçacı Şemsi’ye uğrayıp güzel bir işkembe çorbası içtik. İşkembe çorbası ve paça sağlığa çok yararlıdır. 90 gram pişmiş işkembe yalnızca 80 kalori olup toplamda 3,4 gram yağ bulunur. İçeriğinde fosfor, kalsiyum, çinko gibi minerallerle, yüksek oranda B12 vitamini içerdiğinden bağışıklık sistemini güçlendirerek, özellikle grip, soğuk algınlığı gibi üst solunum yolları enfeksiyonlarına yakalanma riskini azaltır.

Akşam böyle karar vermiş sabah kahvaltı yapmamıştık. Paçacı Şemsi Antalya’nın en eski çorbacısıymış. 7 gün 24 saat açık ve işyeri bayağı büyük. İşkembe, paça, kelle gibi çok çeşit var. Aklım kelle de kaldı ama ben yine de İşkembe istedim bol sarımsak, sirke ilave ettim. Tam karıştırırken kızgın yağ da geldi. Keyifle çorbalarımızı içmeye başlamıştık ki bir sinek ve bir arı masamıza musallat oldu. Elimizle kovuyoruz uzaklaşmıyorlar. Hizmet eden şefe her şey güzel ama bir sinekle başa çıkamıyorsunuz buraya birkaç tane elektrikli sinek kovucu koymayı akıl edememişsiniz dedim. Havasından mı, suyundan mı mutlaka bir şeyi eksik yapıyoruz. Paçacı Şemsi, Konyaaltı’nda Atatürk Bulvarı üzerinde Arapsuyu mahallesinde.

Muharrem Enişte emekli olunca burada boş bir arazi satın alıyor. Ne yapacaksın bu kuru araziyi diyen yakınlarına “zeytin dikeceğim” diyor ve iki yüz elli kadar zeytin fidanı alıp dikiyor. Ek olarak da nar ağacı ve üzüm asması dikiyor. Şimdi kocaman bir zeytinlik. Ben buraya ev yapıp burada oturacağım diyor. Yok, artık diyen yakınlarına konteynerden büyükçe bir ev yaparak cevap veriyor. Klima dâhil her türlü konforu var. Geleceğimizi bir hafta önceden bildirmiş ve mümkün olabilirse bizim için biraz soğuk sıktırma yapmasını rica etmiştik. Düşündüğümüzden fazlasını yaptırmış. Muharrem Enişte, biz gitmeden ateşi yakmış köfteleri hazırlamış. Odun ateşinde bize köfte ikram etti, yanında ateşte közlenmiş biber ve domatesler ile. Bir yandan işkembe çorbası, bir yandan eniştenin zorla yedirdiği köfteler bizi yaktı. Hiç durmadan su içtik, öyle ki hararetimiz ertesi günde devam etti. Karnımızı doyurduktan sonra çevreyi gezmeye çıktık. Zeytin ağaçları iyi mahsul vermiş hepsi de dolu. Bir kova zeytin topladık. Hiç bu kadar büyük nar görmemiştim hem de dalında. Enişte bey onlardan da kopardı. Ayrılırken bunlar arabamıza kondu limonlar ve mandalinalar ile birlikte. Antalya’dan ayrılırken de bizim arabaya taşındılar tavuk ve bıldırcın yumurtalarıyla birlikte.

Köyden dönüşte “size Antalya’nın meşhur yanık dondurmasını yedirelim” dediler. Yanık dondurmayı en güzel Akdeniz pastanesi yaparmış, o da Konyaaltı’nda Atatürk Bulvarı üzerinde ve civarın tanınan işyerlerinden. Oldukça gösterişli Pastanenin salonunun önündeki açık alanda bizde bir masaya oturduk. Dondurmalarımızı yiyorduk ki aniden ortaya çıkan motosikletli bir trafik polisi yol kenarına park etmiş arabaların plakalarının fotoğraflarını çekmeye başladı. Selçuk Bey hemen aracın yanına gitti ama memur dinlemedi diğer araçların fotoğraflarını çekmeye gitti. Ben de işyerinde bize hizmet eden sahsa neden müdahale etmiyorsunuz dedim. Ben ne yapabilirim dedikten sonra boş boş yüzüme baktı. Ben de sen bir şey yapamıyorsan yetkili olan kimse onu çağırsana olaya müdahale etsin dedim. İşyerinden kimse gelip yardımcı olmadı. Olaya seyirci kalmaktan başka bir şey yapmadılar. Buraya araç park etmek yasak ise, bu işyeri sahibi bizi aracımızı sokak içine park etmemiz için ikaz edebilirdi. Bunu yapmadılar. Çok ayıpladım.

Kuşadası’nda ana cadde üzerinde Esenay pide salonu vardır. Aracınızı önüne hatta yer yoksa ikinci sıraya koyduysanız işyerinin güvencesindedir. Bir sıkıntı olursa polis aracın kaldırılması ikazını yapar yani ceza tatbik etmez. Esnaflık budur. Daha sonra fotoğrafları çeken polise burada park yapmak yasak levhası yok, yaptığınız doğru değil diye itiraz ettim. Bana” bak geliyor” diye işaret etti. Baktım o acayip korna sesi ile ön panjurunda çakarları yanan bir araç geçiyor. Vali miydi, emniyet müdürü müydü bilemedik zira bizim aracımızda hareket halindeydi. Yediğimiz iki kaşık dondurma burumuzdan geldi. Eve geldiğimizde üzüntümüz devam ediyordu. Eşimle odamıza çekildiğimizde bir kere daha Antalya’yı sevmediğimizi teyit ettik.

Ev sahiplerimize artık dönme vaktimizin geldiğini söyleyince Selçuk Bey dönüşümüzü Yalova üzerinden yapmamızı önerdi. Bu güzergâh hem daha sakin hem de İstanbul trafiğine girmeden Yenikapı’dan direk Ataköy’e evinize varırsınız dedi. Teklif hakikaten çok mantıklı ve çok cazip idi bizde öyle yaptık. Burdur, Sandıklı, Kütahya, Bozüyük, Bursa üzerinden Yalova yaptık. 17.45 arabalı vapuru ile saat 19.00 da Yenikapı’daydık.

Dönüşyolu üzerinde Çavuşoğlu Şekerleme unvanı ile Cumhuriyet sucukları satan bir yer var. Antalya’dan Afyona gelirken Afyon’a 22 km. kala, Kılıçarslan kasabasının yol kenarında. Buraya gelmeden 400 metre beride trafik ışıklarında durunca genç bir bey ile yine genç bir hanım güler yüzle size bir broşür uzatıyor. Uzatırken de “400 metre ilerde bedava çay ve lokum ikramımız var uğrarsanız memnun oluruz” diyorlar. Bina yolun sağında tek başına ve hemen dikkatinizi çekiyor. Önünde kocaman bir otoparkı var. Çay içerken hem biz biraz dinleniriz hem de lastiklerimiz soğur diyerek önüne park ettik. Daha kapıdan girerken güler yüzlü bir bey hoş geldiniz diyerek Hindistan cevizli Afyon lokumu ikram etti. Masaya ilişince de hemen çay ikram ettiler. Biz çayımızı yudumlarken mis gibi sucuk kokusu da burnumuza hoş geldi. Yolda elimize tutuşturdukları resimli broşüre bir göz attım. [Ekmek arası sucuk 13.00 lira], [Ekmek arası sucuk döner 13.00 lira], [Ekmek arası sucuk döner + kola+ patates kızartma 18.00 lira], [Ekmek arası sucuk + kola+ patates kızartma 18.00 lira] yazıyor. Ekmek arası sucuk siparişi verdik ve çaylarımızı tazeledik. Sonra çocuklarımıza hediye olarak iki adet Cumhuriyet sucuğu ile bir kilo da çifte kavrulmuş fıstıklı lokum aldık karşılıklı teşekkür ederek yola koyulduk.

İşte, size üç işyeri, üç esnaf ve üç müşteri memnuniyeti.

Trafik cezası yedin mi diye merak ediyorsanız, yok yememişiz. Antalya’ya vardığımızda merak ediyordum ama keyfimiz kaçmasın diye internete girip bakmamıştım. İstanbul’a dönünce baktım ceza yok. Piyangodan para çıkmış gibi sevindim.

Değerli seyyahlar, bu güzergâhı herkese tavsiye ederim. Bu yolda, yukarıda anlatmaya çalıştığım Bilecik, Afyon, Antalya güzergâhı gibi kaymak gibi ve sessiz asfalt döşeli. Çok sakin ve öbür yol gibi sizi hız stresine sokmayacak güzel bir güzergâh.

Kazasız, belasız, sıkıntısız, üzüntüsüz hayırlı yolculuklar dilerim.



15.10.2018










OKUR YORUMLARI
Kadriye ŞAHİN
28.10.2018 22:50:00

Sayın Çapanoğlu,
Yazınızı okudum mu, sizinle beraber aynı yolculuğumu yaptım anlayamadım. Taaa ki kelle paşa çorbasına gelesiye... Öyle güzel anlatmışsınız ki hiç bir teferruatı üşenmeden atlamamış; tek tek zaman, mekan,saat, hız, mesafe, tanımlama ve çorbanın faydaları.

Bu yazıyı okuyan hem seyahat eder, hem de bilgilenir. Paça çorbasının faydalarını, esnafların kabalıklarını yerli yerinde sıralamışsınız. Yazı uzun fakat okumuyor, adeta gezdiriyor, o anı yaşatıyorsunuz. Bu nedenle yazının uzunluğu kimsenin gözünü korkutmasın... Bir şehir bu kadar derinlemesine rapor edile birdi. Doğa, kültür, hava durumu, sosyal yaşantı, ekonomi, çevre, hayvan sevgisi, yemek kültürü, insan davranışları, hayvan davranışları, tavukların yaşantıları, hindilerin farklılıkları....

Aynı güzergahta çalışan trafik polisleri bile sizin kadar yolların halini, ahvalini tanımlayacağını sanmıyorum..

Antalya nın iklimi ve sosyal yaşantısı, insanların soğukkanlı davranışları konusunda hem fikirim. Sevmediğim şehirlerden biridir.

Arı,duru hoş sohbet tadında, diğer yazılarınız gibi okundukça okunası bir yazı. Kaleminiz var olsun.

Eşiniz hanımefendiye ve sizlere hürmetler, selamlar...

AHMET KAPANCI
15.10.2018 14:44:00


Yazınız hoşuma gitti, çok akıcı, tasvirler insanın aklında canlanıyor, insanlar için yapilan eleştiriler de gayet dozunda bence böyle paylasımlara çoğumuzun ihtiyacı var, sahip olunmasa da hayal edip biraz ruh tatmini yaşamak bile bize hoşluk ve rahatlık veriyor.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ