A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

Alman seyyahın Yozgat seyahatnamesi ve Çapanoğulları

Değerli okurlar Osmanlı devleti zamanında Anadolu’ya dolayısıyla Yozgat’a çok yabacı seyyah gelmiş.  İngiliz Seyyah J.D.M.Kinneir,  Fransız C.Texier, Alman  P.V.Tschıhatschff,  İngiliz subay Fred Burnaby  ve H. Bart gibi. Bunlardan birisi de Alman A. D. Mordtmanndır.  Kuzey Almanya kentleri birliği olan Hansa’nın İstanbul temsilciliğinde görev yapmak üzere 25 Ocak 1846’da İstanbul’a gelmiştir. 1859 yılına kadar Hansa’nın temsilciliğinde görev yapmış ancak o yıl Prusya, Hansa Devletleri’nin yerini alınca ülkesine geri dönmemiş ve 1860’da kurulan ticaret mahkemelerinde yargıç olarak bir Osmanlı memuru gibi çalışmayı yeğlemiştir. Mahmud Nedim Paşa’nın ilk sadrazamlığı dönemine kadar (1871) bu görevde kalmış; ancak hiç sevmediği bu sadrazam kendisini görevden almıştır.

Yakın dostu olduğu anlaşılan ve bu kitapta da methettiği Münir Paşa’nın Maarif Nazırlığı döneminde yeni kurulan Mekteb-i Mülkiye’nin coğrafya ve istatistik hocası olmuş (1877) ve 31 Aralık 1879’da İstanbul’da kalp krizinden ölmüştür. Büyük bir törenle kaldırılan cenazesi 2 Ocak 1880’de Feriköy Protestan Mezarlığına gömülmüştür.

Osmanlı Devlet’indeki hizmet süresince Anadolu’yu tanımak için sürekli geziler ve seyahatler yapan Mordtmann bu vesileyle Türkçe’yi öğrenmiş ve birçok eseri arasında bu gezilerini “ANADOLU” (Anatolien) adındaki büyük eserinde toplamıştır.

A. D. Mordtmann, kitabındaki “Yozgat’a varış” alt başlığında, 29 Ekim saat 11.00’de Yozgat’a geldiklerini şöyle anlatmaktadır, “Yozgat, meşhur derebeyi Çapanoğullarının hâkim oldukları bir merkezdir. Ben de bunu bilerek bu seyahatimi yaptığım için bu beylerin tarihçesi hakkında biraz bilgi vermek gereğini duydum.”

17. yüzyılın sonlarında devlet tarafından Bozok’a yerleştirilen Mamalu Türkmen oymaklarından, Çapanoğulları büyük güç kazanmışlardır. Çapanoğulları bunu nasıl kazandılar?  Çapanoğulları geçen yüzyılın ortalarına doğru meydana çıktılar. Kendilerine Bozok vilâyetinde valilik temin ettiler ve epeyce de hizmet gördüler. Çünkü Bozok vilâyeti bütün tarih boyunca eşkıyaların cirit oynadığı bir mıntıka idi. Hatta biraz daha geriye gidersek bu işin Bizans zamanında da böyle olduğunu görürüz.

Çapanoğullarından Ahmet Ağa, Yozgat ve yöresinde bazı bayındırlık hareketlerine girişerek, halkın desteğini kazanmaya özen göstermiştir. Bunun yanında Çapanoğulları, merkezi yönetimle uyum içinde olmayı sürdürmüşler ve 1763’de burada başıbozuk teşkilât olan Leventler ile elebaşı Kadıoğlu birleşerek Niğde vilâyetini talan ettikleri zaman bunlara karşı ancak Çapanoğlu Ahmet Paşa durmuş, hepsini dağıtmış ve bir kısmını Konya ve Karaman’a sürmüştür. Kadıoğlu’nun kellesini de başarısının işareti olarak İstanbul’a göndermiştir.

Leventler 1767 de tekrar başkaldırarak Hacı Bektaşı talan ettikleri vakit de Ahmet Paşanın oğlu Mustafa Bey bunları uslandırmak için görevlendirilmişti. Çapanoğulları sülalesinden Mustafa Bey bu işi başarmış ve 1782 senesine kadar buralara hâkim olmuş ve ancak o zaman Canikli Ali Paşa’nın bir entrikasına kurban olmuş ve yerine kardeşi Süleyman Bey geçti. 1826 yılına kadar bu suretle Çapanoğullarının hükmü, yalnız Bozok vilâyetinde değil, ona yakın Amasya, Çorum vilâyetlerinde de geçerli olmaya başlamıştı.

Mordtmann’a göre “Yozgat, üç dağ arasında bulunan küçük bir köy imiş. Fakat bulunduğu yerin verimli ve bitek oluşu, bulunduğu yerin eşkıyaların hücumuna karşı kolaylıkla savunabilir olması ve havasının güzelliği onu şehir yapmış”.

Mordtmann,  Çapanoğullarının,  bütün Kızılırmak mıntıkasındaki ziraatın düzlenmesi ve kalkınmasında büyük rolleri olduğunu, önemli hizmetler yaptığını hatta Avrupa’ya büyük miktarda buğday ihraç etmek, Kızılırmak vasıtasıyla bunları Karadeniz’e göndermek teşebbüsleri de uzun zaman devam etmiştir diyerek ziraatın gelişmesini sağladıklarını da belirtmektedir.

Mustafa Bey’in, 1782’de hizmetçileri tarafından öldürülmesiyle, Bozok Sancağı Mütesellimliği kardeşi Süleyman Bey’e verildi. Osmanlı Padişahları I. Abdülhamit ve III. Selim ile iyi ilişkiler kuran Süleyman Bey, 1783’de Çankırı Sancağı Mutasarrıflığını da almıştır. Nizam-ı Cedid Ordusu’nun kurulmasını destekleyen Süleyman Bey, Caniklioğulları ile üstünlük mücadelesini sürdürmüş, III. Selim’in tahttan indirilmesiyle durumu sarsılmış ise de, Alemdar Mustafa Paşa’nın, III. Selim’in yerine geçen IV. Mustafa’yı tahttan indirmesiyle (II. Mahmud’un tahta geçmesi ile)eski konumunu yeniden kazanmıştı. Fakat Sultan II. Mahmut, burasını da Paşalığa, çevirince (Süleyman Bey’in ölümünden sonra) bir taraftan eşkıyalar yine başkaldırdı, diğer taraftan da Çapanoğullarının bu mıntıka için düşündükleri ziraî kalkınma gerçekleşmedi.

Çapanoğullarının derebeyliklerinin kaldırıldığı 1848 yılından sonra (Süleyman Bey’in ölüm tarihi) buralarda yalnız eşkıyalık ve haydutluktan (soygunculuktan) bahsedildi ve o tarihten sonra hiç kimsenin silâhsız olarak evinden çıkmaması geleneği yerleşti. Köylüler tarlalarında çalışırken Kürtlerle bağlantılı olan Avşar’lar köylere hücum edip talan ederlerdi. Bu sebeple hiçbir köylü soyulmadan, talan edilmeden kendi köyüne, tarlasına ve bağına gidemezdi ve Bozok vilâyetinde Halk koyun, keçi yerine, sürülüp götürülmesi biraz daha güç olan öküz, mandadan başka bir şey tutamazdı, besleyemezdi. Bu nedenle kimse silahsız, kendi evini terk etme alışkanlığına sahip değildi.

Afşarlar ve Kürtler arasındaki çatışmalar nedeniyle “Halk o kadar fakirleşti ki artık vergi dahi tahsil edilemez oldu.

Beni evinde misafir eden Hoca Ohannes (önceki yazılarımda bahsettiğim Süleyman Bey’in hazinedarı Ohannes Aslanyan Efendi)  (Johannes). Yozgat’ın en zengin tüccarı olan bir Ermeni’ydi. Evinde gümüş takımlar, tablolar vesaire tezyinat (süs) eksik değildi. Fakat oğulları ve kendinin hali pekiyi görünmüyordu. Öğleden sonra şehri gezmekle vakit geçirdik. Şehirde 48 Rum, 500-600 Ermeni ailesi vardı. Geri kalan Türk nüfusunun toplamı 20.000 kadardı.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Avrupa etkisinde ortaya çıkan Türk mimari stilinin Anadolu’da meydana getirilen nadide eserlerinden bir tanesi de Yozgat Çapanoğlu Cami’dir. Genel görünüşüyle İstanbul’da sayısız örneklerini gördüğümüz abide eserlerin sade karakterli bir örneği olan Büyük Cami hakkında seyahatnamesinde şunları anlatmaktadır. “Yozgat yeni bir yer olduğu için antika eserler görmek mümkün değil. Ulu Cami hemen hemen Üsküdar’daki Sultan Selim Camiinin aynısıydı. Hükümet konağı ise şekil itibariyle pek hoş olmamakla beraber büyük bir bina. Diğer binalar ve sokaklar büyük bir Anadolu köyü. Çarşı canlı hareketli, yalnız canımızı sıkan şu oldu ki daha ilk adımda yolun kenarında toplanmış bir kaç adam:” Ulan gâvurlar sizin burada işiniz ne?  Diye sözlü bir hakarette bulundular, iç Anadolu şehirlerinin birçokları gibi burada da mutaassıplar çok. Ben cevapsız bırakmadım. Dedim ki: “ Siz Allah mısınız ki, hemen bizim gâvur olduğumuza hükmediyorsunuz. Çünkü İslam dini, kimin Müslüman kimin kâfir olduğunu ancak Cenab-ı hakkın bileceğini söylüyor. Kuran’da da bu yazılıdır. Mordtmann çarşıda yaşadığı bu olumsuz olayın Türk misafirperverliği çerçevesinde büyüklerin arabulurcuğuyla çözüldüğünü söylüyor. “Bu zamana kadar etrafımızı epeyce insan almıştı. Münakaşayı dinleyen birkaç da hoca vardı. Hocalardan biri söze müdahale ederek bana hak verince oradakiler de yavaşçacık dağıldılar.

Yozgat’ın güneyinde ağaçsız bir diyar başlıyor. Bu meşhur Yunan tarihçisi Strabon zamanında da böyle imiş. Hâlbuki burada gördüğüm köyler Anadolu’nun diğer yerlerinden hiç de sefil değil. Evlerini kerpiçten yapıyorlar ve pek az ağaç kullanıyorlar. Yakacak sorununu da tezekle, sapla hallediyorlar. Avrupa’daki gibi işçi sınıfı mevcut değil.

Bu çıplak saha Kızılırmak’a kadar devam ediyor.  Güney’e doğru, arazinin ağaçsızlığı kısmen zayi oluyor. Bunun yerine yeşillik, bağlık yerler meydana çıkıyor. Kayseri istikametinde giderken  Gökağaç köyüne (Gökçekışla, cennetmekân Yılmaz Göksoy hocamızın köyü) ) vardığımızda köylüler bizi bağa davet ettiler. Ve hakikaten güzel üzümlerinden ikram ettiler.

Uzun yorgunluktan sonra o bağ ve üzüm sefası çok hoş geldi. Ve yorgunluklarımızı aldı. Üzümü yedikten sonra parasını vermeğe kalkınca bunu almayı şiddetle ret ettiler. Ben buradaki iri yapılı, sıhhatli, tenasüpten eser olmayan bu insanlarda eski Galliler’den miras kalmış kanın bulunduğuna çok ihtimal veriyorum. Bu tipi Anadolu’nun başka yerlerinde de gördüm.

Diğer seyyahlarda Türklerin insan yetiştirmedeki başarısına dikkat çekerler,  aristokrasinin olmadığını ve liyakate büyük önem verildiğini kayıt edilmektedir. Yine Türk insanının büyük bir ahlâka sahip olduğu konusunda seyyahlar hemfikirler. Türk Milleti’nin cömert, misafirperver, merhametli ve dürüst olduğu, temizlik konusundaki titizliği ve hayvanlara olan şefkati sayfalarca anlatılır. Bu tatlı sahneden sonra kalkıp yola revan olduk ve güneş batarken de Osman Paşa tekkesi adındaki köye vardık. Köy seksen hane ve ahali tamamen Müslümanlardan ibaret. Senelik salmaları 15000 kuruş. Bu köydeki 31 Ekim gecesini ve köyün hatırasını asla unutamayacağım...

Osman Paşa tekkesinde konakladıkları gece ev sahibinin anlayışlı tutumu karşısında memnuniyetini gizlemezken, sabaha kadar kendisini uyutmayan pirelerden de bir o kadar şikâyetçidir.

“Geceleyin pireler sürüler halinde üstümüze hücum etti. Sonra da ne kadar kana susamışlar. Biz bir müddet kendimizi müdafaaya uğraştık. Hele biraz sonra ışık da sönünce zifirî karanlığın içinde artık müdafaadan vazgeçtik ve teslim bayrağını açtık, amma uyumak yoktu. Nihayet pencereyi açtık ve dışarıdan hiç değilse temiz bir hava alalım dedik. Yerini bize veren evin ve pirelerin sahibi pencerenin önünde, duvarsız bir çatı altında rahat rahat  o  derecede  uyuyordu  ki,  uyandırıncaya  kadar hayli zorluk çektik. Uyanınca ışık, kahve ve eşyalarımızı toplama hususunda yardım istedik Adamcağız söylediklerimizi yaptı ve taleplerimizi yerine getirdi.  Nihayet sabahın saat beşinde ortalık ağarmaya başlayınca biz de beygirlerimize binerek yola çıktık”

 

Kaynak: Doç. Dr. Zübeyir BÜTÜNER

 

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ