Öğretmenler günü olarak coşku ile kutlanır… dı.

Şimdi de kutlanıyor ama biraz daha buruk. Atatürk’e sorarlar - Paşam Milletvekili maaşlarını ne kadar yapalım? “Öğretmen maaşlarını geçmesin!” diye cevap verir. Şimdi öylemi ya? Ortaokuldan itibaren her yıl birinci dönem karnesinde en az dört zayıf getiren ve orta öğretimi ızdırap içinde geçen ben, öğretmenlerimi hep içim sızlayarak yâd ederim. Tam burada Yozgatlı rahmetli meşhur öğretmen Fazlı Bilecen’den bir anı anlatayım.

Trabzon’a tayini çıkar. Yozgat’tan at arabasına yüklediği birkaç parça ev eşyası ile Samsuna oradan da vapur ile Trabzon’a varırlar. Bir ev bulup başlarını sokarlar. Fazlı Bey, tayin olduğu okulda öğretmenliğe başlar. Üç ay geçer Fazlı Beyin maaşı bir türlü gelmez. Eldeki para ile idare edilirse de hazıra dağ dayanmaz derler, oda biter. Fazlı Beyin eşi son çare “al şu küpeleri götür sat bir süre de onunla idare edelim” deyince Fazlı Bey küplere biner alır küpeleri valinin makamına dayanır. Büyük bir hırs ile valinin karşısına dikilir, avucunda tuttuğu küpeleri valiye uzatarak “vali bey ben üç aydır maaş alamıyorum. Karım bana al bu küpeleri sat dedi, bir erkek için bundan daha ağır bir zillet olabilir mi” der. Fazlı beyin feveranından ve içine düştüğü durumdan etkilenen Vali Bey hemen defterdarı arar Fazlı Beyin üç aylık maaşı olan 6 liranın ödenmesi emrini verir. Fazlı bey teşekkür edip makamdan çıkmak için kapıya doğru yöneldiğinde vali bey “bir dakika Fazlı Bey” diyerek durdurur. Sonra şöyle söyler “Fazlı bey buradan çıktıktan sonra gittiğiniz yerlerde lütfen şunu söyleyiniz, bu ülkenin maarifi kasasında 9 lira varken 6 lirasını öğretmene verecek kadar milli eğitime önem vermiştir.”

İlkokulu, 3. sınıfa kadar Ankara’da Anafartalar caddesindeki Atatürk ilkokulunda okumuştum. Okul numaram 188. 188 numaralı troleybüs de bizim evin önünden geçerdi. Öğretmenimiz Bedia Subaşı idi. Ben o zamanlar çok içine kapalı bir çocuktum. Beni bu durumumdan kurtarmak için çok uğraştı. Her işe beni gönderirdi. Kara tahtanın sağ üst köşesine beyaz tebeşir ile günün tarihini yazmak benim görevim idi. Öteki öğretmenlere benim ne kadar terbiyeli bir çocuk olduğumu söyleyerek bu günkü tabirle beni motive etmek isterdi. Gurbette annemden sonra en sevdiğim insandı. Geç kaldığım bir gün sınıfa girmeye cesaret edemeyip eve dönmüştüm. O sırada bizde misafir olan babaannem elimden tuttuğu gibi tekrar okula götürmüş, kapıyı tıklatıp birlikte içeri girmiş, ben sırama otururken ayaküstü öğretmenle kısa bir görüşme yapmıştı. Öğretmenimde onu koridora kadar uğurlamıştı. Sene 1953. Yıllar sonra 1973 yılında yolum Ankara’ya düştüğünde okuluma da uğramış yine üzerinde siyah önlüğü ile öğretmenimi görme fırsatım olmuştu. Çok ihtiyarlamıştı, onu böyle görünce büyük bir üzüntü ile elini öperken “babaannen hayatta mı” diye sorunca daha da duygulanmış ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Sonra yıllarca aklıma takıldı kaldı. Babaannemle o kısacık görüşmelerinde ne konuşmuşlardı ki o güne kadar unutmamıştı. ( Bkz. Yozgat gazetesindeki köşem. Bir zamanların Yozgat’ı (3) Muhlis Bey’in ikinci eşi Esma Hanım).

Üniversiteye kadar çok öğretmenlerimiz oldu tabi, ama bazıları bende derin izler bıraktı. Amasya Lisesinde müdürümüz ve tarih hocamız “Yozgat Tarihi ve Çapanoğulları” araştırmasının sahibi Yozgatlı rahmetli Süleyman Duygu idi. Yozgat’ta öğretmenlik yaptığı yıllarda aile büyüklerimi de okutmuştu. Ortaokul bitirme imtihanlarımızda kendisi dâhil üç kişilik jüri karşısında daha önce hazırlanmış üç soruyu tesadüf buya sular seller gibi anlatmıştım. “ Bir şey daha soracağım bilirsen 10 vereceğim” diyerek aslında benim unuttuğum bir şeyi sormuş ve hayretler içinde 10 vermişlerdi. Ve edebiyat hocamız Yozgatlı Cemal Maraşlıoğlu. İlk çocuğu daha bebekken vefat edince uzunca bir süre geceleri onun mezarı başında sabahlara kadar ağlayan duygulu insan. Derste terbiyesizlik yapanı (dikkat buyurun yaramazlık yapanı değil terbiyesizlik yapanı) şu sözlerle kapı dışarı ederdi. “Ehli iman meclisinde ne arıyor bu hergele, tut kolundan at dışarı ört kapıyı sürmele.”

Çanakkale Lisesinde resim ve sanat tarihi hocamız Sayın Sırrı Divil idi. Biz ona ayaklı kütüphane derdik. Sınıfa girdiğinde bir soru ile başlayarak ilgimizi çeker sonra konuyu hep birlikte işlerdik. Sorduğu soruya doğru cevap verene mutlaka bir hediyesi olurdu. Bir kalem, çikolata, kitap, bazen bir elma veya bir armut o anda cebinde ne varsa. Onu yıllar sonra Fakir Baykurt’un çocukluğundan başlayarak hayatını anlattığı sekiz kitaplık son eserinde buldum. Gazi Eğitim yıllarında bir şiir gecesi hazırlıyorlar. Kalabalık bir öğrenci ekibi ile iş bölümü yapıp günlerce uğraşıyorlar. Gecenin afişlerinin hazırlanması görevi Sırrı hocama veriliyor. Açılış konuşmasını öğrenci arkadaşları Mahmut Makal yapıyor. “Bizim köyün Mamıdefendisi.” Gece de kimler yok ki Nurullah Ataç, Suat Taşer, Muzaffer Erdost, Cahit Sıtkı Tarancı, Oktay Rıfat, Cahit Külebi vb. Şiir okuyan öğrencilerin arasında Yozgatlı şair ve yazar akrabam Sayın Gülten Akın’ da var… 1938 doğumlu Şair İhsan Üren, Sırrı Beyle ilgili bir anısını şöyle anlatıyor; 1978 yılında ressam konuğum Sırrı Divil ile Bursa'yı gezerken kendisi meşhur Kozahan'ın bahçesinde şöyle bir kurgulama yapmıştı; "Hanın tüm odalarını boşaltıyorum, yılın her mevsiminde ressamları konuk ediyorum. Gelip odalarına yerleşiyorlar, Bursa'yı tanıyıp peyzajlar, insan manzaraları yapıyorlar, eserleri bitince de ya bağış yoluyla ya da sembolik bir ücretle satın alınıyor, böylece belediyenin elinde değişik sanat anlayışındaki kişilerden çok değişik Bursa resimleri koleksiyonu oluşuyor" İhsan Üren bir şiirinde onun için şöyle yazıyor; Birkaç söz /Böyle yapıldı fırçayı güzel süren/ Dikmen gecekondularını ölmezleştiren/ Sırrı Divil'in cenaze töreni /Tutkular üçgeni /Perspektifiniz nerde bayım? /Kadın sandviçleri ve ressam vesaireler.../ Kürklü kirpi galeride /Balthus/ Balthus hergelesinin yeniyetme muz kızları/ Ressam - ölüm meleği ve şair.

Çanakkale Lisesinde bir teneffüs saatinde koridorda bir koşuşturma ve “kaçma ulan” diye bir bağırışma duyduk. O tarafa doğru koştuğumuzda önde müfettiş E.O, arkasında elindeki havaya kaldırdığı sandalye ile Sırrı hocamızı koşarlarken gördük. Ben okulda Türk Halk Müziği Korosu ve bağlama ekibi kurmuştum. Bağlama ve Kaval çalıyordum. Sırrı Hocam benden kaval çalmasını öğretmemi istemişti bende bir iki şey göstermiştim. Dersi olmadığı saatlerde öğretmenler odasında otururken bazen hafiften üflerdi. O gün de yine öğretmenler odasında yönü pencereye doğru ayak ayaküstüne atmış üflemeye çalışıyormuş. Arkası kapıya dönük olduğundan müfettişin odaya girdiğini görmemiş. Bundan alınan müfettiş kızgın bir tavırla yanına gelince o da üflemeyi kesmiş. Müfettiş önce “indir ayağını” demiş o da indirmiş. Sonra “sen ne öğretmenisin” diye sormuş “Resim ve sanat tarihi demiş Sırrı Hocam.” Benimle konuşurken ayağa kalk deyince sigortası atan Sırrı Hocam altındaki sandalyeyi çekiyor. Şahit olduğumuz olay buymuş. Sözün burasında yine cennetmekân Fazlı Bilecen Hocamızın aziz ruhunu şâd edeceğim… Yozgat Lisesinde öğretmenlik yaparken bir ders sırasında müstahdemlerden birisi gelerek kendisini müdür beyin çağırdığını söyler. O günlerde milli eğitim müfettişleri de okulda teftişteler. Müfettişlerden birisi müdür odasında öğretmen listesini incelerken öğretmenlerin arasında Fazlı Bey’in ismini görünce okul müdüründen kendisini çağırmasını ister. Fazlı bey “ buyurun müdür bey” diyerek müdürün odasına girer. Okul müdürü “ben istemedim müfettiş bey istedi” der. Müfettiş oturduğu sandalyeden “ hocam ben sizin filan okulda filan numaralı talebenizim adınızı görünce istettim. Beni hatırladınız mı? “ Diye sorar. Fazlı Bey hatırlar ama gördüğü muamele çok gücüne gittiğinden “hatırlayamadım” diye cevap verir. Müfettiş hatırlaması için birkaç şey söylerse de yine “hatırlayamadım” cevabını verir, müsaade isteyip dersine döner. Sınıfa döndüğünde talebelerine “Looo! Bana bakınhele sizin gibi okuttuğum sümüklünün biri bakanlık müfettişi olmuş beni ayağına çağırttı sizde bakanlık müfettişi olursanız böyle halt yemeyin emi” der. Fazlı Bey’in talebelerinden Yozgat valisi Rahmetli Turgut Başkaya, her bayram namazından sonra camiden çıkınca önce Fazlı Bey’in elini öpmeye gidermiş. Yine talebelerinden başka bir Yozgat valisi, bayramlaşmak için otomobilini gönderince Fazlı bey “bakhele bayramlaşmak için beni ayağına çağırtıyor” diyerek şoförü kovar.

Çanakkale Lisesinin öğretmen ve veli girişi için tahsis edilen kapısına isabet eden büyük holü tamamen kaplayan ve bir kısmı da kıvrık duran bez üzerine resim yapıyordu Sırrı Hocamız. Resme bir anlam veremiyorduk. Sanki dağlar tepeler vardı resimde. 29 Ekim günü resim okulun ön cephesine asıldı. Çatıdan yere kadar tüm ön cepheyi kaplıyordu Atatürk’ün meşhur o kalpaklı başı. Maalesef Sırrı Hocamızı, bu değerli insanı genç yaşında kaybettik.

Bir diğer hocam da 1997 yılında kaybettiğimiz Rahmetli Ahmet Köksal hocamız idi. Hem resim öğretmeni hem müdür muavini idi. Bütün ağır dersler nedense Perşembe gününe denk gelmişti. Bazı perşembeler kızlı erkekli okuldan kaçardık. Okula iki gün üst üste gelmeyenlerin evlerine mektup giderdi. Bunu haber alınca resim dersinde çok uslu oturur dikkatini çekerdim. O da bunu fark eder, “Bu gün Abdulkadir bile uslu uslu resim yapıyor derdi.” Bende fırsatı kaçırmaz yanıma geldiğinde usulca hocam yine evlere kâğıt gönderiyormuşsunuz, bize de gönderecek misiniz derdim. “Sende devamsızlık yapmışsan size de gider derdi.” Bende, biliyorsunuz babam çok asabi beni döver derdim. Babamı tanıyordu tabi ama ben yinede bunu hatırlatmak zorunda idim. Dayanamaz, on dakika kadar sınıfta dolaşır sonra gelip “Bak bu sefer göndermeyeceğim” derdi. Tabi bak bu seferler kaçıncı seferdi. Teneffüslerde yumruğumuzu sıralara vurarak mehter marşı çalardık. Tam altımız muavin odası idi. Bazen dayanamaz yukarı çıkar çocuklar çok gürültü yapıyorsunuz derdi. Bizde özür dilerdik. O zamanda kıyamaz “çalmayın demiyorum ama biraz yavaş çalın” derdi. Ahmet Köksal hocamızın ilk şiirleri Servetifünun-Uyanış dergisinde çıkıyor (1940). Daha sonraları Ülkü, Yirminci Asır, Edebiyat Dünyası, Varlık, Yeditepe, Kaynak ve Hikâyelerde şiirleri yayınlandı. Milliyet'te resim üzerine tenkit yazıları yazdı. Şiirleri: Yanık Sarı (1958), Sonsuz Haziran (1963), Çoğul Mavilik (1991). Antolojileri: Atatürk İçin (Bedri Gider ve Şinasi Saba ile 1953), Aşk Şiirleri Antolojisi (1955), Çocuk Şiirleri (1973). Emekli olduktan sonra Meydan Larousse Ansiklopedisini hazırlayan ekipte olduğunu biliyordum. Cağaloğlu’ndan Sirkeci’ye inen Ankara caddesinde karşılaştığımızda yine sol eli ceketinin cebinde idi. Çok mutlu olmuş elini öpmüştüm. Sonra bir daha karşılaşmadık.

Edebiyat öğretmenimiz Süheyla Özbek Hanımefendi vardı. Hakikaten hanımefendi idi ve hep güler yüzlü. O hayalimizdeki sevgi dolu kadın idi. Benim kurduğum koroya en büyük desteği o vermişti. Fizik hocamız Adnan Özalp ile evlendiğinde ne kadar kızmıştım Adnan Hocamıza. Hatta içimden küsmüştüm bile. Okulda bize en yakın öğretmenimizdi, kimimizin ablası, kimimizin annesiydi, o bizimdi. Birden elimizden almış bize sormadan onu sahiplenivermişti. Ben o zamanlar Çanakkale Kalespor da voleybol oyuncusu idim. Hava gücü ile yaptığımız bir gece maçında hakem kulesinde Adnan hocam vardı. Uygun bir pozisyon oldu ve ben şiddetli bir smaç yaptım. Top karşı takımdaki yüzbaşının ellerinin arasından kayarak kel başına çarpınca kulede oturan Adnan Hocam usulca aferin Çapanoğlu dedi. O gece Adnan hocamla küslüğümü sona erdirmiştim. 28 yıl Laleli, Koska caddesindeki evimizde oturduk. Arabamla işten eve gelirken onu, Süheyla Hanım hocamı birden Laleli caddesinde bir apartmana girerken uzaktan gördüm. Arabamı park edecek bir yer olsaydı hemen iner yanına koşardım mümkün olmadı. Sonra biz evimizi satıp Ataköy’e taşınınca Laleli ile bir irtibatımız da kalmadı. Orada mı oturuyordu yoksa misafirliğe mi gelmişti bilemediğim için o apartmana gidip araştırmaya çekindim. Gitsem de hangi dairenin kapısını çalıp soracaktım. Yıllar sonra şimdi duygularımı içim burkularak şöyle tarif edebilirim. Değerli hocalarımızın kıymetini öğrenci olduğumuz yıllarda bilemedik. Onlarda kendilerini bize yeteri kadar tanıtmadılar. Keşke okul duvar gazetelerinde özgeçmişlerini araştırıp soruşturup yazsaymışız. Şimdi o günlere dönebilsek inanın sabah okula gelince ve paydosta mutlaka ellerini öperdim.

Ögretmenler gününüz kutlu olsun.

22.11.2013
OKUR YORUMLARI
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
27.11.2013 12:11:00

Değerli okurlarım aşağıda 33 yıl eğitime hizmet vermiş Nahile Biryıldırır öğretmenimizin aldığı emekli ikramiyesinin miktarını okuyacaksınız. Sadece 57 bin liracık. Nahile öğretmen diyorki 42 yıl çalışan öğretmende benimle aynı ikramiyeyi aldı. Ocak 2014 ayı itibariyle milletvekilleri maaşı 13.700 lira olacak. Çoğu emekli oldukları için 6.973 lira da emekli maaşı alacaklar. Böylece aylıkları 20.000 lirayı geçecek. Yani ikibuçuk aylık milletvekili maaşı Nahile öğretmenin 33 yılıık emeği ile eş oluyor. Ne diyelim ? Güle güle harcasınlar demekten başka bir şey diyemiyoruz. Ama öğretmene verilen değer hepimizi üzüyor. 80 yılda ne kadar ileri gitmişiz değilmi?

Em. Ör.Zehra Öztürk
27.11.2013 10:22:00

Sayın Abdulkadir Bey, 24 Kasım öğretmenler günü konulu yazınız bana hem öğencilik hemde öğretmenlik günlerimi yeniden yaşattı,varolunuz. Yazınızda en beğendiğim taraf öğretmenlerinizi yeteri kadar tanımadığınızı itiraf etmeniz oldu ama ben dahil o haşarılıklarımız arasında hangimiz öğretmenimzi tanımaya fırsat bulabilirdik ki? Yinede sizi tebrik ederim sizde iz bırakan hocalarınızı onları saygı ile, sevgi ile ve rahmetle anacak ve okuyucularınıza da anlatacak kadar tanıma gayreti içinde olduğunuz için. Bende güzel yazılrınızı takip etmeye gayret ediyorum. Ellerinize sağlık,kaleminize kuvvet diyorum. Saygılarımla

Nahile BİRYILDIRIR
26.11.2013 00:46:00

'Paşam milletvekili maaşlarını ne kadar yapalım? Öğretmen maaşlarını geçmesin' Bu sözler, Atatürk'ün eğitim -öğretime, öğretmene verdiği önemi maddi sıkıntısı olmayan öğretmenin başı dinç olarak daha verimli çalışacağı görüşünde olduğu nu çok iyi anlatan sözler. Kadir Abicim otuzüç yıl çalışıp yeni emekli olmuş bir öğretmen olarak devletimizin verdiği emekli ikramiyesinin elliyedi bin TL olduğunu, (kırkiki yıl çalışan öğretmen arkadaşımın da aldığı miktar aynı]belirtmek isterim Günümüzde milletvekillerinin aldığı maaşla karşılaştırmasını tüm okurlara bırakıyorum Öğretmenler günü dolayısıyla sizde iz bırakan öğretmenlerinizi çok akıcı bir dille öyle güzel anlatmışsınız ki o yıllarınızı bizlere yaşattınız.Bedia Subaşı Öğretmeninizden bahsederken özgüveni olmayan içe kapanık öğrencilere öğretmenlerin uyguladıkları taktikleri çok güzel hissettirmişsiniz Veli öğretmen işbirliğinin, dayanışmasının önemini çok güzel vurgulamışsınız. Resim ve Sanat Tarihi öğretmeni Sayın Sırrı Divil Bey'in öğrencinin ilgisini derse çekebilmek ve derse motive edebilmek için uyguladığı yöntemleri, öğrencisinden ders alacak kadar alçakgönüllüğünü,ama saygısızlığa ödün vermeyişini ne güzel dile getirmişsiniz O dönem öğretmenlerin Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık ülküsüyle çalıştıklarını öyle güzel anlatmışsınız ki günümüzde sayılarının bir hayli azalması insanın canını acıtıyor Edebiyat Öğretmeniniz Süheyla Özbek Hanım'dan bahsederken öğrencinin gönlünde öğretmenin yeri daha güzel anlatılamazdı,Fazıl Bilecen Öğretmeninizden sözederken Yozgat Valisi Turgut Başkaya ile diğer valiyi karşılaştırmanız,öğretmen sınıfta aynı dersi verdiği halde bireysel farklılıklardan dolayı sonucun farklı olabileceğini bizlere anımsattı ellerinize dillerinize kaleminize sağlık.

Hasan
22.11.2013 12:40:00

Otuz altı yıl öğretmenlik yaptım ama yazınızı okuyunca beni öğrencilik yıllarıma götürdünüz. Buruk acılarla anımsadığımız o güzel günler... Öğretmenine değer vermeyen bir ulusun gelişip yükselmesi mümkün mü? Sağılar Hocam.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ