YENİ YILA YAKLAŞIRKEN ÇOCUKLUK GÜNLERİMİZE ÖZLEM

Yıllar öylesine akıp gidiyor ki… Ailemizin en küçüğüyüm ben ve 70 yaşındayım. Göz açıp kapayıncaya dek geçti sanki zaman. Yaşantımın her kesimi canlanıyor gözümde. Kendi kendime soruyorum: “Şanslı mıydı benim çocukluğum?” Sonra da yanıt veriyorum: “Evet, hem de çok şanslıydı.” Neden mi? Çünkü her şeyden önce doğaldı, yaratıcıydı, üretkendi.

Bizim çocukluğumuzda öyle telefon falan yaygın değildi. Ama belli ki telefon etme özlemimiz vardı. Kibrit kutularına ip takar, kutunun önünde üç dört delik açar, ipin yettiği uzaklığa kadar gidip birbirimizle konuşmaya çalışırdık. Ne olduğu anlaşılmaz birtakım sesler duyunca kendimizden geçerdik başardığımız için.

Bizim çocukluğumuzda öyle elektronik oyuncaklar, oyunlar yoktu. Ama yine de mutluyduk. Çünkü oyuncaklarımızı, oyunlarımızı kendimiz yaratıyor ve bunun mutluluğunu duyuyorduk. Neler yapmıyorduk ki…

Kalınca bir demiri çember biçimine getirip ucu çengelli bir de demir çubuk yapıyor ve bununla çember çeviriyorduk.

Kendi ellerimizle temizleyip zımparaladığımız, rengârenk boyadığımız “aşık”larla doyumsuz bir oyun sergiliyorduk.

Ellerimizle yontup düzenlediğimiz küçük ağaç parçalarıyla çelik çomak oynuyorduk.

Sivri ucuna yuvarlak bir çivi çaktığımız topacı döndürürken duyduğumuz mutluluk anlatılamazdı.

“Arı vız, bilye, beştaş, istop, dalya, ayağım nallı, güvercin taklası, lıt, seksek, tıp” gibi birbirinden ilginç daha pek çok oyunumuz vardı.

Söğüt dalından yaptığımız düdüğü öttürürken aldığımız zevk bir başkaydı.

Kış aylarında bin bir emek vererek yaptığımız oturak biçimindeki kızakla kaymak bambaşka bir mutluluktu.

Koyun ve keçilerin çene kemiklerinden tabancalarımız, bunları koymak için yaptığımız kılıflar ve bunlarla oynadığımız “komen” denilen vurmaca oyunu, kovboy filmlerini aratmayacak güzellikle heyecanlandırırdı bizi.

Çaputtan yaptığımız topla futbol oynamak da ilginçti. Top parçalanıncaya dek peşinden koşardık. Parçalansa da yenisini yapacak durumdaydık. Bu nedenle hiç üzülmezdik topumuzun parçalanmasına.

Soğuk ve uzun kış gecelerinde büyüklerimizin eşliğinde fincan oyunu oynardık.

Bizim çocukluğumuzda elektrikli ısınma araçları, kalorifer, doğal gaz yoktu. Hayvan dışkılarından tezek yapardık kışın yakıp ısınmak için. Tezek yapmak bile bir oyundu bize. Kimi dışkıları yuvarlak kasnaklara doldurup kurumaya bırakır, kimilerini de var gücümüzle evin duvarına fırlatıp yapıştırırdık. Bir zaman sonra güneşin kuruttuğu bu yapışık hayvan dışkısı, “Pat!” diye düşerdi yere. Bu bize garip bir zevk verirdi. Kendi yakıtını kendinin yapmasıydı sanırım bu zevkin nedeni.

Şimdi öyle mi ya?.. Uzaktan kumandalı, elektrikli, akülü çeşit çeşit oyuncaklar, bilgisayar ya da özel makinelerin karşısında oynanan sanal oyunlar, televizyonlar, akıllı cep telefonları, kameralar, daha neler neler… Hepsi çocuklarımızın elinin altında. İyi, güzel de onlar bizim çocukluğumuzdaki kadar mutlular mı acaba? Orası tartışılır.

Ben şuna inanıyorum: Doğal olan, kişinin kendi yarattığı her oyuncağın ve oyunun çocuğa verdiği mutluluk bir başka oluyor. Hem kendi çocukluğunu yaşamış hem de şimdiki çocukluğa tanık olmuş biri olarak söylüyorum bunu. 70 yaşına gelmişim; ama hâlâ o çocukluk günlerimi anımsıyor ve özlüyorsam bu, o zamanlar ne denli mutlu olduğumun en önemli kanıtı değil midir?

Keşke şimdiki çocuklar da bizim gibi doğal ortamlarda, kendi yarattıkları oyuncaklarla oynamanın tadını alabilselerdi…
09.12.2019
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ