YAZILARIMIZDAKİ YANLIŞLAR ÜZERİNE

Kimi insanlar düşünce ve duygularını konuşarak kimileri de yazarak daha iyi anlatırlar. İkisini de başarıyla kullananlara diyecek sözüm yok zaten. Onlar böyle bir güce sahip oldukları için çok şanslılar.

Ben; mesleğim gereği, hem güzel konuşmak hem de güzel yazmak zorunda olanlardanım. Bu durum beni ister istemez geriyor. Konuşur, özellikle de yazarken elimden gelen dikkati göstermeye çalışıyorum. Çünkü en ufak bir yanlışlık yapsam, biliyor ve inanıyorum ki okurlarım, “Oldu mu ya? Emekli de olsa bir Türkçe öğretmeni böyle bir yanlış yapar mı?...” diyecekler benim için.

Konuşmadaki yanlışlık, yazmadaki kadar rahatsız edici değil kuşkusuz. Konuşurken yaptığımız yanlışlar anlık bir etki yaratıyor, kimi zaman da fark edilemiyor. Ne var ki yazdıklarımızdaki yanlışlar kalıcı oluyor, her okuyuşta gözümüze batıyor. Bu nedenle ben, yazarken çok daha özenli olmak zorunda hissediyorum kendimi.

Yazmada “sıfır hata” savı (iddiası) olanlardan değilim artık. Artık diyorum, çünkü özellikle gençlik yıllarımda kendime bilgiçlik derecesinde güvenim vardı. Ankara’da “Yıldırım Yayınları”nda ilk ve ortaokullara yönelik kaynak kitaplar yazmaya başladığım ilk yıllarda ilginç bir olay yaşadım. İlkokullara yönelik bir Türkçe kitabı yazıyordum. Kitap taslağını tamamlamıştım. Çalışmamın kusursuz olduğuna inancım tamdı. Yayınevi sahibi, yazım kurallarına uyulması ve sözcük yanlışlarına düşülmemesi konusunda çok duyarlıydı. Bunu çok iyi bildiğim için, defalarca okuduğum kitap taslağını bir kez daha gözden geçirdim. Bence her şey mükemmeldi. Tek bir yanlışım bile yoktu.

Yayınevinde çok zeki iki genç çalışıyordu. Üniversitede okuyordu bu gençler. Yaz tatillerini yayınevinde çalışarak değerlendiriyorlardı. Nasıl oldu bilmiyorum, bir konuşmamızda sıfır hatayla kitap yazılamayacağı gündeme geldi. Ben, büyük bir özgüvenle, yazdığım kitabın hatasız olduğunu ileri sürdüm. Gençler de, “Hocam, gelin sizinle bir anlaşma yapalım. Eğer kitabınızda hiç yanlış yoksa, hatta yanlış sayısı 10’u geçmezse biz size bir ziyafet çekelim. Peki ya yanlış sayısı 10’u geçerse siz bizi nasıl ödüllendireceksiniz?” dediler. Ben de onlara kendimden emin bir biçimde, “Her yanlış için size 10 lira harçlık vereyim.” dedim. Anlaştık.

Çocuklar kitap taslağını benden aldılar, üç gün sonra da getirdiler. “Hocam, 1000 lira borcunuz var.” dediler. Şaşırdım. Böyle bir şey olamazdı. “Hadi canım şakayı bırakın.” dedim onlara. Taslağın ilgili sayfalarını açtılar. Yanlış yazılmış sözcüklerin altını kırmızı kalemle çizmişler. Bana teker teker gösterdiler. Bir kez daha şaşırdım. Gerçekten onca incelememe karşın taslakta 100 sözcüğün yazımında yanlışlık vardı.

Konuyu yayınevindeki diğer yazar arkadaşlarla paylaştım. O zamanlar benden daha deneyimli yazarlardı onlar. “Hocam, insan kendi çalışmasını yüz kez de okusa bazı yanlışları görmeyebiliyor. İlle de dışarıdan birinin okuması gerekiyor.” dediler. Düşündüm, haklıydılar.

O günden sonra özellikle kitap tipi çalışmalarda “sıfır hata” savımdan vazgeçtim. Yanlış yapma korkusuyla, bırakın kitap boyutunda yazma çalışmalarımı, en kısa yazılarımı bile defalarca okuyup kontrol etmeye başladım.

Yıllar insanı olgunlaştırıyor. Yazılarımda yanlışlık yapmamak için elimden geleni yapıyorum. Onca titizlenmeme karşın yine de yanlışa düştüğüm oluyor. Bunu en iyi bilenlerden biri, gazetemizin Yazı İşleri Müdürü Sayın Erdoğan Budak’tır. Yazımı gazeteye yolladıktan sonra, bir yanlışlık yapmış olabilir miyim düşüncesiyle bir daha okuyorum. Kimi zaman gözden kaçan yanlışlara rastlıyor, hemen Erdoğan Bey’e ulaşıp düzeltilmesini diliyorum. Sağ olsun, o da hemen düzeltiyor.

Demem o ki; ne yaparsanız yapın, ne denli özen gösterirseniz gösterin, yanlışlık yapabiliyorsunuz. “Öyleyse yanlış yapmanın bir sakıncası yok.” deyip umursamaz mı olacağız? Kuşkusuz ki hayır. Phyllis Therous, “Yanlışlar, deneyimsizlikle deneyim arasındaki köprüdür.” diyor. Doğru. Yanlış yapa yapa ve bunları fark ede fark ede deneyim kazanıyor ve güçleniyoruz. Yanlışları kendimize bir öğretmen gibi algıladığımız sürece sorun yok. Ama yanlışları görmezden gelirsek, alışkanlığa dönüştürürsek işte o zaman yaşamımızın en büyük yanlışına düşeriz; çünkü artık yanlışlık, yaşam biçimimiz olmaya başlar. Şadi Şirazi’nin deyişiyle, “Ders alınmazsa her yanlış, bir sonraki yanlışın virüsü olur.”

Bir İspanyol atasözü okumuştum: “Yanlış yaptığından kuşkulanan kişi her zaman doğru yoldadır.” Gerçekten hoş bir söz. Önemli olan, her an bir yanlış yapabileceğimizi düşünmemiz ve bundan kaçınmaya çalışmamızdır. “Ben yanlış yapmam.” mantığı, bizi denetim yoksunluğuna düşürür ve daha büyük yanlışlara düşmemize neden olur.

Peki, yazılarımızda yanlışa düşmemek, hiç olmazsa yanlışları en aza indirmek için ne yapmalıyız? Bence en önemlisi aceleci olmamalıyız. Kurduğumuz her cümleye özen göstermeliyiz. Yazdıklarımızı belli aralıklarla ve büyük bir dikkatle yeniden okumalıyız. Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan “Yazım Kılavuzu”nu başucu kitabı olarak kullanmalı, yazımından kuşkulandığımız her sözcük için üşenmeden ona başvurmalıyız.

Son söz: Yanlış yapacağım korkusuyla hiçbir şey yapmamak, en büyük yanlışa düşmektir. Hiçbir şey yapmamış olmaktansa birtakım yanlışlar yapmayı yeğlemeliyiz. Ama yanlışlık yapmayı sıradanlaştırmaktan da kaçınmalıyız. Albert Einstein diyor ki: “Hata yapmayan insan yoktur. Kişinin insanlıktaki derecesi, yanlışlarını kabul edip düzeltmek için gösterdiği çaba ve titizlikle ölçülmelidir.”

29.05.2017
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ