ÖĞRETMENLİĞİN ÇİVİSİ ÇIKTI

Bugün Öğretmenler Günü. Yine basın-yayın organlarında öğretmenleri övücü sözler söylenecek, siyasiler öğretmenleri yere göğe sığdıramayacak ve öğretmenliğin kutsallığını anlatıp duracaklar. Ama ben yadırganacak düzeyde acımasız bir eleştiri yapacağım öğretmenlerimiz için. Belki çok kızan olacak bu eleştirime. Ancak deve kuşu gibi başımızı kuma gömmemizin bir yararı yok. Deyim yerindeyse “öğretmenliğin çivisi çıktı” artık.

Çeşitli okullarda 41 yıl Türkçe öğretmenliği yapan biri olarak içinde bulunduğumuz eğitim sorunlarını çok iyi bildiğimi söyleyebilirim. Evet, eğitim sistemimiz baştan ayağı yenilenmeye gereksinim duyacak bir yapıda. Bunu herkes biliyor. Ancak eğitimin temel direği olan öğretmenlerimizin de bir bölümü sorunlu. Tüm öğretmenlerimizi kastetmediğim açık.

Üç torunum var. Üçü de okula gidiyor. Ama üçünün de okula çok keyifle gittiğini söyleyemem. Bu bakış açısını genelleştirelim. Siz de kendi çocuklarınızın okula nasıl bir duyguyla gittiğini bir gözlemleyin. Onları bin bir nazla okula gönderirken neler çektiğinizi düşünün. Tüm veliler için geçerli olmayabilir bu durum. Ama inanıyorum ki çocuklarını, özellikle küçükleri okula göndermek için bin bir takla atıyor velilerimiz. Okullar herhangi bir nedenle tatil olduğunda öğrencilerin ne denli sevindiğini bir anımsayalım. Sanki dünya onların oluyor. Niçin? Eğer okul ve öğretmen çocuklarımız için çekici olsaydı böyle bir duygu yaşanır mıydı?

Okulların açıldığı ilk gün, Kırıkkale’de Mustafa Necati İlkokulunda görev yapan Adem Canarslan adlı bir öğretmenin birinci sınıfa başlayan öğrencilerini palyaço giysisiyle karşıladığını okudum. Sakın bu arkadaşımızla ilgili olumsuz şeyler söyleyeceğimi sanmayın. Tam tersine candan kutluyorum kendisini. Öğretmenin sanatçı bir ruh ve kimlik taşıması gerektiğini kavramış bu arkadaşımız. Okula birtakım korku ve kaygılarla gelen o minik yüzleri gülümseten, onları daha ilk günden okula ve öğretmene ısındıran ne güzel bir yaklaşım bu!..

Peki, niçin yazımın başlığını “Öğretmenliğin Çivisi Çıktı” diye koydum. Böyle bir iki olumlu örnekle sorun çözülmüyor ki. Öylesine olumsuz örnekler var ki. hangi birini sıralayayım?... Örneğin ilkokul ikinci sınıfa giden bir çocuğunuz var. Sekiz yaşında. Okula her gün zorla gönderiyorsunuz. Okula gitmemek için her türlü yola başvuruyor. Ya karnı ağrıyor okul zamanı ya midesi bulanıyor. Sözün kısası bahanenin bini bir para. Peki çocuğunuzun okula gitmek istemeyişi normal mi? Değil kuşkusuz. Ama bunu sorgulamak gerekmez mi?...

Düşünün bir kez. Öğretmeni, sekiz yaşındaki bir çocuğu büyük yaşta biri gibi algılıyor. Sınıfta gayet ciddi, şakacı yapıdan tümüyle uzak bir tavır içinde. Yalnızca ders anlatan ve ödev veren biri. Hem de öyle ödev veren biri ki, sekiz yaşında bir çocuk, o ödevi en az iki saatlik bir çalışmayla tamamlayabilecek. Dünyada var mı böyle bir ödev anlayışı?... Henüz 10-15 dakika kendini derse verebilen, dikkatini çok kısa süre ayakta tutabilen bir varlığa bu nasıl yükleniştir?...

Özellikle ilkokul 1, 2 ve 3. sınıflarda kısa sürede yapılabilecek ödevler verilmeli; ödevdeki soru sayısı az olmalı ve öğrenciye gerçekten bir kazanım yüklemeli. İşte size ilkokul ikinci ve üçüncü sınıf öğrencilerine verilen ilginç ödevlerden birkaçı. Yorumu size bırakıyorum:

“Çevre konulu bir şiir yazın ve bunu besteleyin.”

***

“Aşağıdaki 12 problemi defterinize yazın. Sonra problemi nasıl çözdüğünüzü yazarak anlatın ve işlem yaparak gösterin.”

***

Aynı gün için verilen bir ödev:
1. Öğretmen konulu bir şiir bulup defterine yaz ve bu şiiri ezberle.
2. Matematik kitabının … sayfasındaki 10 problemi çöz.
3. Hayat Bilgisi kitabının … sayfasındaki alıştırmaları yap.
4. Sevdiğin bir hayvanın resmini çiz ve boya.

Dikkat edecek olursanız yazımda ilkokul öğretmenleriyle ilgili örnekler verdim. Çünkü ilkokul öğretmeni çocuklar için çok önemlidir. Bu önem, okula yeni başlayan çocuklarımız için çok daha fazladır. Bir çocuğun eğitim-öğretim yazgısı öğretmeninin elindedir. Çocuğun tüm geleceğidir öğretmeni.

Öğretmen sorunu yalnız ilkokullarla sınırlı değil kuşkusuz. Aynı durum ortaokul ve liselerde de var. Bir zamanlar dershanede görev yaparken, ortaokul son sınıfta okuyan bir öğrencim, Türkçe öğretmeninin kendisine verdiği bir ödevden söz etmişti. Ödevin konusunu görünce hayretler içinde kaldım. Öğretmen, çocuktan bir öykü okumasını ve öyküde geçen tüm sözcükleri yapı bakımından incelemesini istemiş. 800-900, belki daha çok sözcükten oluşan bir öyküde tüm sözcükler yapı bakımından nasıl incelenebilir? Böyle bir ödev verilebilir mi?... Bundan amaç ne?... Anlaşılması olanaksız.

Biz bir türlü öğrencileri bir kişilik olarak göremedik ne yazık ki. Onlara yeterince söz hakkı, hele eleştirme hakkı hiç vermedik. Yalnızca ders anlattık, ödev verip yüklendik onlara. Hepsi bu. Horace Mann’ın deyişiyle, “Öğrencilerine öğrenme isteği aşılayamayan bir öğretmen, soğuk demiri dövüyor gibidir.” İşte biz de uyguladığımız yanlış yöntemlerle soğuk demiri dövüp durduk hep.

Kim ne derse desin, çocukları okuldan soğutan ana etken öğretmendir. Öğretmen sınıfta bir tiyatro sanatçısı gibi davransa, öğrencinin ilgisini çekecek farklı kimliklere bürünse, onları güldürüp eğlendirirken öğretmeyi amaçlasa hangi çocuk okula istekle gitmez?...

Şimdi diyeceksiniz ki, “Öğretmenler çektikleri bunca ekonomik sıkıntı içinde nasıl güler yüzlü, nasıl verimli olabilsinler?” Ben bu görüşe katılmıyorum. Öğretmenlerin içinde bulundukları ekonomik sıkıntıları biliyor ve onların bu konudaki beklentilerini destekliyorum. Öğretmen arkadaşlarımız, kuşkusuz daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak için mücadele edeceklerdir. Ama içinde bulundukları zor koşulların acısını öğrencilerden çıkarmaya hakları olmadığını da bilmeleri gerekir. “Bu kadar maaşa bu kadar çalışılır?” anlayışı belleklerden kazınmalıdır artık.

Biz toplum olarak ne çektiysek öz eleştiri yapamamaktan çektik. Öz eleştiriden yoksun bir toplum yanlışlardan kurtulamaz, kendini geliştirip yenileyemez. Artık çıkaralım boynumuzu kuma gömmeyi. Acı da olsa haykıralım gerçekleri. İyi öğretmen yetiştiremiyoruz. Çünkü iyi öğretmen yetiştiren tüm kurumların kapısına kilit vurduk.

“Güneş balçıkla sıvanmaz.” Ben içimi döktüm yalnızca. Amacım öğretmenleri, öğretmenliği küçümsemek değil; aksine yüceltmek. Çoğu öğretmen arkadaşımın beni anladığına ve düşüncelerime hoşgörüyle yaklaştığına inanıyorum. Öğrencilerinin dünyasını bilen, kendini yenileyip çağa ayak uyduran hiçbir öğretmen arkadaşım bu eleştirilere gücenmez.

Ulu önder Atatürk’ün, “Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.” sözünü unutmayalım. Böylesine önemli bir görevi üstlenen kişiler olarak çocukları okula çeken birer mıknatıs olalım. Bu duygularla tüm öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyor; onlara sağlık, mutluluk ve esenlikler diliyorum.

24.11.2015

OKUR YORUMLARI
Muhsin Köktürk
25.11.2015 21:01:00

Sayın Abdülkadir Çapanoğlu,
Sizinle çoğu konuda uyum içinde olmaktan dolayı çok mutluyum. Biz bir türlü öz eleştiri kültürünü benimseyemedik. Eksiklerimizi, yanlışlarımızı hep görmezden geldik. Hangi meslekten olursak olalım, hep süslü püslü sözlerle övüldük. Bundan da anlamsız bir tat aldık. Bir gün olsun, "Bizim hiç mi eksik yanımız yok?" diyemedik. Eleştiriye kapılarımızı kapadık.
Öğretmen yetiştiren güzelim okulların kapılarına kilit vuruldu. Bu ülkede 40 günde kabak yetişmezken öğretmen yetiştirildi. Veterinerden, ziraat mühendisinden ... öğretmen yapıldı. Biz daha neyi tartışıyoruz ki?... Ne ektiysek onu biçiyoruz.

ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
25.11.2015 13:24:00

Değerli Muhsin Bey’ciğim, Yazınızda altına imzamı atacağım o kadar çok cümle var ki. Atatürk’ün milletvekili maaşları öğretmen maaşlarını geçmesin emrinden sonra geldiğimiz durum ortada. 33 yılını her yıl bakanlıktan takdir alarak tamamlamış başarılı bir bayan öğretmen kardeşimin emekli ikramiyesi bir milletvekili maaşı ile denk. Yani 33 yıllık emeğin karşılığı bir aylık milletvekili maaşı. Onun yerine ben ağladım hırsımdan. Bu işin bir yanı, birde çaresizlikten öğretmenliği meslek olarak seçenler var. Hani bilinen fıkradır, son sınıfta olan kızı dersten başarısız olunca annesi öğretmene ricaya gider ve şöyle söyler “ aman hocam sen buna geçer not ver ne olur, zaten bir şey beklemiyoruz öğretmen yapacağız.” Hal böyleyken Yılmaz Göksoy hocamla buluştuğum öğretmen evinin sidik kokusu ve orada toplanan genç öğretmenlerin okeyle vakit geçirmeleri de beni oldukça sarsmıştı. Dersi sevdiren öğretmendir. Fizik ve kimya ikisi de fen dersidir Ama ben fiziği çok sevdim kimyadan nefret ettim. Çünkü kimya hocası siyah önlük giyen beyazlaşmaya başlamış saçlarını arkadan topuz yapan nazi subayı gibi bir hanımdı. Sınıfa girer doğru masaya oturur ders saati boyunca not tutturur sonra yazılı imtihanda bu notlardan sorardı. Sözlü imtihan yapmazdı. İnanıyorum ki hiç birimizi tanımazdı. Ben torunlarımı 8 yaşında okula göndermek taraftarıydım çünkü aklı başında öğretmen kardeşlerim müfredatın 7 yaşına uygun olmadığını söylerlerdi ama çıkarılan gıldırgıç yasa ile 5,5 yaşında ilkokula başlatmak zorunda kaldık. Daha sekiz yaşında bir çocuk sırf kâğıdına ismini yazmayı unuttun diye 10 puanı kırılır mı? Bu çocuk bir daha bu öğretmeni ve bu dersi sever mi? Çocuk aklı ile bari 5 puanımı kırsaydı diyebilen bir öğrenci ile bu öğretmen nasıl aynı frekansta olabilir. Ve bana şöyle söylemişti “ hani o resimlerde ki Atatürk var ya. Hani sınıfta ayakta duruyor ve dersi dinliyor. Keşke bizim sınıfa da gelseydi.” Neden diye sorduğumda “öğretmenimin de benim puanımı neden kırdığını görürdü” demişti. Saygılar selamlar.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ