İNSANA SAYGI

Hemen hepimizin bildiği bir öykü vardır. Farklı biçimlerde de duysak aynı noktada birleşen masalımsı bir öykü:

Köyde yaşayan bir adamın haylaz mı haylaz bir oğlu varmış. Adamcağız; oğluna yeri geldikçe, “Oğlum, sen adam olamazsın.” dermiş. Bir gün babasından yine aynı sözü duyan çocuk, evi terk edip İstanbul’a gitmiş. Tek amacı varmış, o da okuyup adam olmak. Sonunda bunu başarmış. Okumuş, çalışıp çabalamış, türlü sınavlardan geçtikten sonra Osmanlı Devleti’ne vezir olmuş. Babasının kendine söylediği, “Sen adam olamazsın.” sözünü hiç ama hiç unutamamış. Emrindekilere, köydeki babasını bulup huzuruna getirmelerini söylemiş.

Vezirin adamları babasını bulmuşlar. Tarlasında çift sürmekte olan adama, “Vezir hazretleri seni İstanbul’a, huzuruna çağırıyor.” demişler. Adamcağız şaşırmış. Bir vezir, bir Anadolu köylüsünü niye yanına çağırsın ki?... Hazırlanmış, yola çıkmışlar. Günler sonra İstanbul’a varmışlar.

Adamcağız tedirginmiş. “Acaba ne suç işledim ki vezir hazretleri beni yanına çağırıyor?” diye düşünüyormuş. Sonunda onu vezirin huzuruna çıkarmışlar. Süslü püslü giysileri içindeki vezir; adama, “Beni tanıyabildin mi?” diye sormuş. Yaşlı adam büyük bir korku içindeymiş, oğlunu tanıyamamış. “Siz vezir efendimizsiniz.” demiş. Vezir; intikamını almanın gururu içerisinde, “Ben senin oğlunum. Hani sen bana iki sözünün birinde, ‘Sen adam olamazsın.’ derdin ya; bak, ben vezir bile oldum.” demiş.

Durumu kavrayan adam; oğluna, “Beni ta uzaklardan buraya bunu söylemek için mi çağırdın, beni ayağına kadar bunun için mi getirdin? Ben sana, ‘Vezir olamazsın değil, adam olamazsın.’ demiştim. Beni ayağına çağırmakla benim sözümü doğru çıkardın.” diye yanıt vermiş.

Günümüzde bu olayı anımsatan durumlarla sık sık karşılaşıyoruz. Bir mülki amir çıkıyor; kızdığı bir vatandaşa, “Gavat!” diye bağırıyor. Bir başkası çıkıyor; sınıfta öğrencilerinin gözü önünde bir öğretmeni, “Bu ne kılık? Sen dilenci misin?” diye azarlıyor. Ne yazık ki bazı bürokratlar; makamlarını, yetkilerini, güçlerini insan onuruna saldıracak biçimde kullanıyorlar. Oysa insan onurundan daha önemli ne olabilir ki?...

İnsan onuruna saldırı, ülkemizde amir-memur ilişkilerinde de sıkça rastlanan bir sorun. Kamu kurumlarında, özel sektörde amirlerince azarlanan, horlanan, ezilen; bu yüzden çalışma isteğini yitiren insanlar görmekteyiz.

Görev ve yetkisi ne olursa olsun, kimsenin insan onuruyla oynamaya hakkı yoktur. Bakanlar, milletvekilleri, valiler, kaymakamlar … vatandaşa hizmetle yükümlüdürler. Görevlerini yaparken zaman zaman olumsuz eleştirilerle karşılaşmaları doğaldır. Doğal olmayan, eleştiriye hoşgörüyle yaklaşılmamasıdır. İşte o zaman kaba, kırıcı söylemler ortaya çıkmaktadır.

Dilerim yetkililer bundan böyle daha dikkatli davranırlar. Hani çok bilinen bir söz vardır: “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma.” Vatandaşa böylesine hakaret edenler, bu sözü akıllarından çıkarmamalı; kendilerini onların yerine koyarak yaptıklarını değerlendirmelidirler.

Makam ve mevki geçici, insanlık kalıcıdır. Tercih sizin…

Hz. Mevlana’nın yedi altın öğüdünü anımsatarak sözümü noktalıyorum:

Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.

Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.

Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol.

Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.

Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.

Hoşgörürlükte deniz gibi ol.

Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.

06.04.2015
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ