ÇEVRE KORUMA BİLİNCİ YARATMAK

Geçenlerde Ankara’da yürüyüş yaparken kaldırım taşlarının arasında boy gösteren yeşillikler dikkatimi çekti. Betonlaşmaya isyan edercesine fışkıran otlar, sanki bir iletiydi biz insanlara. Toprağı, yeşilliği öylesine özlemişim ki; çok ama çok etkilendim bu görüntüden.

Zaman zaman çok uçuk düşünür, derin hülyalara dalarım. Şöyle çok değil, iki-üç yüz yıl öncesinde düşündüm kendimi. Motorlu araç yok. Sanayileşme şimdiki kadar yoğun değil. Nüfus az. Yapılaşma oranı çok düşük. Doğa şimdikinden çok daha zengin. Henüz doğaya yönelik hızlı bir yağmalama yok. Dışarıya çıktığınızda havayı ciğerlerinize çekinmeden ve doyasıya çekebiliyorsunuz. Yeşillikler arasında koşuşturabiliyorsunuz. Denizlere, göllere, derelere hastalanma kaygısı olmaksızın girebiliyorsunuz. Temiz toprakta üretilmiş sebze ve meyveleri gönül rahatlığıyla yiyebiliyorsunuz…

Çabuk döndüm gerçek dünyaya. Birkaç saniyelik mutluluğum da uçup gitti. Milyonlarca aracın cirit attığı, gökdelenlerin göğü deldiği, ormanların kesile yakıla can çekiştiği, taş ocaklarından çıkan tozların ağaçların tepesine acımasızca çöreklendiği, önüne setler çekilen derelerin neredeyse kuruma noktasına geldiği, denizlerin, göllerin, derelerin atıklarla kire boğulduğu, araç egzozlarının ve fabrika atıklarının havayı nefes alınamaz bir duruma dönüştürdüğü, gözlerimizin çevremizde yeşili arayıp durduğu, hormonlu gıdaların boğazımızda düğümlendiği bir dünyada yaşıyoruz artık.

Yakınlarda televizyonda “Su Dünyası” adlı bir film izledim. Bir bilim kurgu filmiydi bu. Yıllar sonra dünyada kara parçası kalmıyor ve insanlar deniz ortamında yaşamlarını sürdürüyorlar. Kuşkusuz ki kara parçası arayışındalar ve bunun savaşını veriyorlar. Çünkü dünyayı yaşanmaz duruma getirmişler ve küresel ısınma sonucu eriyen buzullar tüm karaları su altında bırakmış. Şimdi belki uçuk kaçık geliyor bize. Ama değil. Bir zamanlar Jules Verne’nin “Aya Seyahat”, “Deniz Altında Yirmi Bin Fersah” adlı romanları da bilim kurgusaldı. Ancak günümüzde birer gerçeğe dönüştü. Bunlar güzel gerçekler. Ya “Su Dünyası”ndaki bilim kurgusallık yaşama yansırsa ya bırakın dünyanın suyla kaplanmasını, her yan çölleşirse?... Ne yaparız o zaman? Düşünmek bile istemiyorum.

Ülkemizin çevre koruma karnesi kırıklarla dolu. Gün geçmiyor ki bir çevre haberi, bir çevre isyanı duyulmasın. Rize halkı “HES”ler nedeniyle doğallığı bozulan derelerin, dolayısıyla bozulan yaşam kalitelerinin acısıyla haykırıyor. Termik santraller bulundukları çevreyi yaşanmaz duruma getiriyor. Taş ve maden ocakları çevreyi alabildiğince kirletiyor. Fabrikaların arıtılmadan suya salınan atıkları yaşamı yok ediyor. Tarım arazileri hızlı bir biçimde yapılaşmaya açılıyor. Öyle ki bir zamanlar tarım ürünlerinde kendi kendine yeter ülkeler sınıfındayken bu özelliğimizi yitirdik artık.

Zavallı ormanlarımız insan vahşetinden kaça kaça tepelere sığınır duruma geldiler. Bunun en tipik örneklerinden biri Yozgat’taki “Çamlık” değil mi? Kıyı bölgelerimiz lüks otellerin hışmına uğramadı mı? Bundan yirmi yıl önce her yanı portakal bahçeleriyle dolu Alanya’yı, Finike’yi şimdiki durumuyla hiç gördünüz mü? O güzelim portakal bahçelerinin yerinde yeller esiyor şimdi. Uzungöl’deki yapılaşmaya ne demeli? Her yıl, bir öncekini aratıyor.

Hiç düşündünüz mü? Eskiden böylesine seller olur muydu? Kentler böyle göle dönüşüp üzerinde kayıklarla gidilir miydi?... Hayır? Neden? Çünkü suyu emecek toprak vardı, ağaç vardı. Şimdi ne toprak kaldı ne de doğru dürüst ağaç. Bir de doğanın dengesini bozacak otoyollar yapılması, falan derken doğa da bizden bunun hesabını sormaya başladı.

Yozgat’a yaptığım kısa ziyaretimde yol boyunca, henüz kendisine kıyılmamış tarlaları ve yeşillikleri görünce şaşırmışım. Şaşırmışım, diyorum; çünkü yeşili özlemişim. Yeşil uçup gitmiş belleğimden. Bir de çocukluğumuzda biz şanslıydık. Hiç olmazsa doğayla iç içe yaşama, yeşillikler içinde debelenme şansımız oldu bizim. Geleceğin çocuklarına bu açıdan bakınca çok acıyorum. Onlar yeşile özlem duyarak yaşayacaklar. Belki unutacaklar yeşili, silinecek belleklerinden yeşil. Belki de geçmişin fotoğraflarında görecekler yeşili.

Bence hükûmetlerin en önemli ve ivedi görevlerinden biri çevreyi korumak olmalıdır. Bunun için yeni ve katı yasalar çıkarılmalı, şaşmaz kurallar belirlenmelidir. Bir yandan da daha küçük yaşlardayken bireylerde çevre koruma bilinci yaratılmalı, bunun için çocuklara gerekli eğitim verilmelidir. Yoksa çok ama çok geç olacak. Dünyamız hızla çölleşecek. Bir damla suyu arar duruma geleceğiz. Ne para ne mal mülk yarayacak o zaman. Geliniz zaman varken kurtaralım dünyamızı bu çevre katliamından. Yoksa dönüşü olmayan bir yola gireceğiz.

04.05.2018
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ