AH ŞU OKUL ÖDEVLERİ

Sosyal medya, olumlu ya da olumsuz yönden gerçekten çok etkili. Gönül diler ki bu etkili güç hep olumlu yönde kullanılsın. Geçenlerde çok hoşuma giden olumlu bir sosyal medya paylaşımına tanık oldum. Hemen aktarayım size:
Kadının biri, işlediği bir trafik suçundan dolayı mahkemeye düşer. Yargıç, kadına mesleğini sorar; o da öğretmen olduğunu söyler. Bunun üzerine yargıç heyecanla ayağa kalkar ve şöyle der: “Hanımefendi, tüm yargıçlık yaşamım boyunca mahkememde bir öğretmen bekledim.Sonra gülerek konuşmasını sürdürür: “Şimdi oturun ve önünüzdeki kâğıda 1000 kez, ‘Bir daha kırmızı ışıkta geçmeyeceğim.’ yazın.”
Söz konusu yargıcın bu kısa ve anlamlı konuşması, öğretmenlerin bir konudaki yanlışlığını ne güzel anlatıyor bize. Demek ki yargıç, öğrencilik yıllarında bazı öğretmenlerin insanı okuldan ve eğitimden soğutan acımasız ceza ödevlerinden birini yaşamış.
Emekli bir öğretmen olarak zaman zaman öğretmen arkadaşlarımın, özellikle de yeni kuşak öğretmenlerin bazı tutum ve davranışlarını eleştiriyorum. 42 yılını eğitime adamış biri olarak gördüğüm aksaklık ve yanlışları sergilemek zorunda hissediyorum kendimi.
Okullardaki ödev anlayışı her zamanki gibi öğrencileri bezdirmeyi sürdürüyor. Belki, “...yı 100 kez, 1000 kez yazın.” cezası eskisi kadar yaygın değil. Ama ödevin bizzat kendisinin cezaya dönüştüğü yeni bir durum var ortada. O da öğrenciyi bezdirip bıktıracak sayıda çok ve uzun ödev verilmesi. Sanki öğretmenler bu konuda sözleşmişler gibi.
Bir Türkçe öğretmeni çıkıyor, çocuklara, “Bir öykü okuyacak ve öyküde geçen tüm sözcükleri yapısı bakımından inceleyeceksiniz.” diyebiliyor. Sanki karşısında dil bilimciler, köken bilimciler (etimologlar) var. Böyle bir ödevi; bırakan bir öğrenciyi, alanında uzman biri bile yapamaz. Ne gücü ne de zamanı yeter bunun için.
Bu kez bir matematik öğretmeni sahneye çıkıyor ve öğrencilere, “30 tane problem yaratıp yazın ve bunları çözün.” diye ödev veriyor. Akıl alır gibi değil. Ne olur 3 tane versen?..
Ardından Fen Bilgisi öğretmeni devreye giriyor ve diyor ki çocuklara: “Bir insan iskeleti maketi yapın, ama iskeletin tüm oynar yerleri de makette bulunsun.” Önce insaflı bir ödev gibi görünüyor öğrencilerin gözüne, ama işin içine girince ne yapacaklarını bilemiyor ve apışıp kalıyorlar. Öyle ya, bir iskelet maketi yapacaksınız; ama kafası, kolları, bacakları, el ve ayak bilekleri... oynar olacak!
Hangi birinden söz edeyim ki?.. Sosyal Bilgiler öğretmeni bir telden çalıyor, Din Bilgisi dersi öğretmeni bir başka telden...
Veliler telaşa düşüyorlar. Çünkü ödevi çocukları değil, onlar yapacaklar. Bu da yeni moda. Bu moda; işte bu tür zorlayıcı, anlamsız ve amaçsız ödevler yüzünden ortaya çıktı. Çocuklar derslerine çalışmaya zaman bulsunlar diye ödev işleri velilere kalıyor.
Millî Eğitim Bakanlığı okullara ödev konusunda genelge üstüne genelge gönderiyor. Ama kimin umrunda. Bırakın okul zamanını, öğrencilerin dinlenceleri (tatilleri) de ödev yapmakla geçiyor.
Öğretmenler, en kısa sürede konuyla ilgili bir hizmet içi eğitimden geçirilmeli. Yoksa çocuklarımıza çok yazık olacak. Nasıl mı? Kendi torunumdan örnek vereyim: Ona diyorum ki, “Irmak, en mutlu ve en mutsuz günlerin hangisi?” O da diyor ki: “Okulun hafta sonu tatiline girdiği cuma en mutlu günüm, okulun başladığı pazartesi de en mutsuz günüm.” Gelin, çıkın işin içinden. İnanıyorum ki böyle bir duyguyla okula giden binlerce, milyonlarca öğrenci var. Oysa okulları öyle eğitim yuvası durumuna getirmeliyiz ki öğrenciler; sinemaya, bir eğlence yerine gider gibi gitsinler okullarına.
Diyelim ki bir tiyatroya gittiniz. Oyun o denli sıkıcı ki, “Ah bir bitse de gitsek!” diyorsunuz içinizden. Ya oyun güzel olsaydı?.. Bu kez de, “Ah biraz daha uzun olsaydı!” diyecektiniz. İşte okulları da bu ikinci istek doğrultusunda bir konuma sokmak gerek. Yoksa çocuklarımıza çok yazık olacak! Yalnızca çocuklarımıza mı?... Ülkemize de çok yazık olacak!
27.10.2019
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ