ABDULLAH’IN BOSTANI

Bugün sizleri dertlerinizden, sıkıntılarınızdan, kaygılarınızdan biraz olsun uzaklaştırmak için aldım kalemi elime. Daha başlığa bakar bakmaz, “Bu Abdullah’ın Bostanı da ne ki?” diyenleriniz olabilir. Yeni kuşak bilmeyebilir Abdullah’ın Bostanı’nı ve onun Yozgatlının yaşamındaki yerini.

Abdullah’ın Bostanı; yıllar önce şimdiki otogarın daha ilerisinde yer alan geniş ve düz bir araziydi. Bir yanından dere geçerdi. O zamanın koşullarındaki ulaşım düşünülürse kent merkezine uzak sayılırdı. Cirit yarışları, 19 Mayıs gösterileri ve futbol karşılaşmaları orada yapılırdı. Çocuklar için güvenli bir oyun alanıydı. Abdullah’ın Bostanı benim yaşamımda da unutulmaz bir yere sahipti. İlginç bir anısı vardır bunun. Anlatayım:

1950’li yılların sonlarına doğruydu. 8-9 yaşlarındaydım. Aile arasında, evimizin çatı aralığında bir bisiklet kalıntısı olduğu konuşulurdu. 1930’lu yıllarda babam Büyük İncirli Köyü’nde öğretmenmiş. Köyden bisikletli iki Fransız turist geçiyormuş. Turistlerden birini köpek ısırmış. Onlar da tedavi masraflarını karşılamak için bisikletlerini satışa çıkarmışlar. Babam da gençlik hevesiyle bisikletlerden birini almış. “Alizyon” marka bir yarış bisikletiymiş bu. Onu uzun süre kullanmış, Yozgat merkeze gelince de söküp parçalayarak çatı aralığına kaldırmış.

Bir gün babamı sıkıştırdım: “Baba, şu çatı aralığındaki parçaları indir de bana bir bisiklet yap, ne olur!..” diye yalvardım. Babam da, “Olmaz! Parçaları eksiktir, çoğu da çalışmaz durumdadır oğlum. Aradan çok uzun zaman geçti.” dedi. Ama ben peşini bırakmadım babamın. Hemen her gün ona yalvarıp duruyordum. Babam, sonunda dayanamayıp isteğimi kabul etti. Bisikletin parçalarını çatı aralığından indirdi. Yıllardır kullanılmayan parçalar pas içindeydi. Üşenmeden onları birer birer temizledi. Taktı, takıştırdı; sonunda bisiklet ortaya çıktı.

Bisikletin gidonu şimdiye dek gördüklerimden çok farklıydı. Uçları aşağı doğru sarkıyordu. Pedalları testere gibi dişlere sahipti. İnsanı ürküten bir görüntüsü vardı bisikletin. Ama o zamanlarda bisiklet sahibi olmak bir ayrıcalıktı. Hele bir de benzerlerinden çok farklı özellikleri varsa hepten ayrıcalıktı.
Artık dur durabilirsen. Şimdi de babamı, bana bisiklete binmeyi öğretmesi için sıkıştırıyordum. Babam o sıralarda 47-48 yaşlarındaydı. Kırmadı beni. Hemen başladık çalışmaya. Bunun için en uygun yer Abdullah’ın Bostanı’ydı. Evimiz Köseoğlu Mahallesi’ndeydi. Abdullah’ın Bostanı’na bayağı uzaktı. Ama kimin umurunda?...

Babam; beni bisiklete bindirip selesinden tutarak ta Abdullah’ın Bostanı’na dek üşenmeden, bıkıp usanmadan götürdü. On gün kadar sürdü bu. Adamcağız bostana varıncaya dek kan ter içinde kalırdı. Oraya varmakla iş tamam olsa neyse, en az bir saat de bostanda peşimden koştururdu. Bunun bir de dönüşü var.,,

Onuncu güne geldik, ama ben hâlâ bisiklete binmeyi öğrenememiştim. Bir türlü dengede duramıyordum. Bir de sorunum vardı. Bisiklete binmeyi yeni öğrenenler bilirler, pedallar sık sık ayaktan kayar. Benim bisikletin pedallarının önce de belirttiğim gibi testere gibi dişleri vardı. Yarış bisikletlerinde, sürücünün ayağı kaymasın diye böyle dişler olurmuş. Pedallar ayağımdan ikide bir kayıyor ve o testere dişler, “Hart!” diye oturuyordu bacaklarıma. Kan revan içinde kalıyordum. Ama acıyı duyan kim? Bisikletim var ya, binmeyi öğreneceğim ya!.. Gerisi boştu. Her sıkıntıya, her acıya katlanıyor; babam vazgeçmesin diye, hiç ama hiç yakınmıyordum.

O gün yine Abdullah’ın Bostanı’ndaydık. Bisiklete bindim. Babam her zamanki gibi, düşmemem için bisikletin selesinden tutuyordu. Bir sağa bir sola yalpalayarak ilerliyordum. Abdullah’ın Bostanı’nın iki tarafında kale direkleri vardı. Ara uzak olduğu için, daha uzun sürsün diye, genellikle bir kale direğinden diğerine doğru sürüyordum bisikleti. Babam, nasıl olduysa bisikleti elinden kaçırmış. Benim haberim bile yok. Bir ara iyice hızlandığımı fark ettim. Ama gayet iyi gidiyordum. Üstelik yalpalamayı da bırakmıştım. Bu ara babamın, “Aman oğlum kale direğine dikkat et! Sakın çarpma!” diye bağırdığını duydum. Bir de baktım ki babam arkamda yok. Beni bir telaş sardı ki sormayın. Kale direklerine doğru hızla ilerliyordum. Çok korkmuştum. Bir yandan da şaşkınlık içindeydim. Çünkü hâlâ bisikletin üzerindeydim, bisikleti sürebiliyordum artık. Korkum, yerini güvene bıraktı. Rahat hareketlerle sürmeye başladım bisikleti. Kırk yıllık sürücü gibi, iki kale direğinin arasından geçip bir yarım daire çizerek yukarı doğru döndüm. Babam bayağı uzakta kalmıştı. Sonra bastım pedallara ve babamın yanına vardım. Sevinçten çığlıklar atıyordum: “Sürüyorum baba, artık bisiklet sürüyorum. Öğrendim baba, bisiklet sürmeyi öğrendim ben!..”

İşte Abdullah’ın Bostanı bu olayla belleğime kazındı, benim için unutulmaz bir anı oldu. Kim bilir benim gibi daha nicelerine anı kaynağı olmuştur Abdullah’ın Bostanı. Aslında bu tür değerlerimizi koruyup gelecek kuşaklara aktaramıyoruz. O boş alanların yerini yığın yığın binalar alıyor sonradan. Bize de anılarımızla avunup durmak kalıyor. Bir zamanlar gezinti yeri olan, onlarca badem ağacının bulunduğu o güzelim “Bademlik” tarihe karışmadı mı? O güzelim bahçeli Yozgat evlerinin yerinde şimdi apartmanlar yükselmiyor mu?... Allah’tan Çamlık ulusal park ilan edildi de yok olmaktan kurtuldu. Böyle olmasaydı belki orası da beton yığınına dönüşecekti.

Yazarın notu: "Abdullah'ın Bostanı" Yozgat'ta "Abdullanın Bostanı" biçiminde söylenmektedir. Ancak bu deyiş bir yazım yanlışı içerdiği için doğru biçimi olan "Abdullah'ın Bostanı" kullanılmıştır.

13.04.2015
OKUR YORUMLARI
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
18.04.2015 12:42:00

Değerli Hocam, biz Yozgatlılar için Abdullahın Bostan çok yabancı bir dil oluyor değil mi? Sanki eğreti bir şey gibi. Bizim kulağımız, kalbimiz, beynimiz bunu yabancılıyor, limon ekşisi gibi. Çünkü tüm bedenimiz biliyorki orası "Apdullanın Bostanı" Neden böyle oluyoruz? Bu topraklar kokusuyla,dokusuyla,insanıyla, lisanıyla nasıl içimize işlemiş böyle hayret.

Apdullanın Bostanı benim de bisiklete binmeyi öğrendiğim yerdi. Allah uzun ömür versin dayım Yaşar Cerit zaten benden 10 yaş büyüktü. Ben 7 yaşımda iken o da 17 yaşında.

Bisikletçi Eysan(İhsan) ağadan kiraladığımız bisikletle Apdullanın Bostanına gitmiştik. Kadrosuna evden getirdiğimiz ince ninderlerden birisini sarmış beni de üstüne oturtarak hızla itip bırakımıştı. Ben o hızla bir kaç metre gidip bisikletle beraber yere kapaklanıyordum. Kollarım bacaklarım toprağa sürtünmekten yüzülmüştü ama dayım sana bisiklet sürmeyi öğreteceğim diye ısrarla aynı itip bıraklmaları yapıyordu. O gün dengede durmayı öğrenmiştim.

Yara bere içinde eve gelince rahmetli anneannem ve annem dayıma çok kızdılar. Daha sonra bacaklarım yetişmediği için aradan bacağımı sokarak pedal çevirmeye başladım. Ondan sonrası artık anneannemden arasıra para almaya kalıyordu.

Bu vesileyle "Bisikletçi Eysan Ağayı" da anmış olduk. Hepsi de nurlar içinde olsunlar. Yaşamımızda öyle veya böyle iz bırakarak bu dünyadan göçtüler.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ